Ahiret Gününe İnanmanın Faydaları
Âhiret gününe inanmak insana sorumluluk duygusu kazandırır. Sorumluluk duygusu taşıyan bir insan davranışlarına dikkat eder.
Âhirete inanmak demek; öldükten sonra tekrar dirileceğimize ve dünyada yaptığımız işlerden Allah'ın huzurunda hesap vereceğimize, iyilik yapanların mükâfat göreceklerine, kötülük işleyenlerin cezalandırılacaklarına inanmak demektir. Bu inanç insanı kötülük yapmaktan sakındırır, iyiliğe ve doğruluğa yönelterek ahlâk ve fazilet sahibi yapar. Bu inanca sahip insanlardan meydana gelen bir toplumda hiç kimse başkasına zarar vermez, herkes birbirinin hakkına saygı gösterir, elinden geldiğince iyilik yapar. Bu davranışlar kişiler arasında karşılıklı olarak sevgi ve güven duygularını geliştirir.
Âhirete inancı olmayanlar, ölüm anında gerçekleri görecek ve Allah'ın emirlerini yapmak için dünya hayatına geri dönmek isteyeceklerdir. Ancak iş işten geçmiş olduğu için bu istek kabul edilmeyecektir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber veriliyor:
"Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim, der." (21)
Âhiret gününe inanmak insanı teselli eder, üzüntüsünü azaltır.
Şöyle ki:
Dünyada nice iyi insanlar, iyiliklerinin karşılığını görmeden; haksızlığa uğrayanlar hakkını almadan; nice zâlimler de cezasını çekmeden ölüp gitmektedirler. Haklı ile haksızın, iyi ile kötünün ayrılacağı ve herkesin yaptığının tam olarak karşılığını bulacağı gün, ahiret günüdür.
Âhiret gününde ilâhi adalet yerini bulacak; iyilik yapanlara iyiliklerinin müfkâfatı bol bol verilecek; haksızlığa uğrayanlar eksiksiz olarak haklarını alacak; zalimlerin yaptığı yanında kalmayacak, hak ettikleri cezayı bulacaklardır. İşte bu inanç, insana huzur verir, üzüntülerini azaltır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz:
– Ömrünü nerede geçirdiğinden,
– Vücudunu nerede yıprattığından,
– Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
– Bildiği ile ne amel ettiğinden"
Yeniden diriliş ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan zamana "Ahiret Günü" denir. İşte, bütün insanların öldükten sonra yeniden dirilmesine ve ondan sonra devam edecek olan sonsuz hayata inanmak, imanın en önemli esaslarından biridir.
1. Hırsızlık, dolandırıcılık, yalancılık ulüm, cinayet..... gibi fenalıkların ahiret hayatındaki kötü sonuçlarını düşünen kimse, bu fenalıklardan kaçınmaya çalışır. Hiçbir kötülüğü yapmaya cesaret bulamaz. Çünkü hesabını vereceğini düşünür. Böylece hem kendisinie ve hem de cemiyetine faydalı duruma gelir. İşte ahirete iman bu kötülükleri yaptırmak.
2. Ahiret gününde, iyi-kötü, her şeyin mükafat veya cezasının alacağına inanan bir kimse, davranışlarını devamlı kontrol altında bulundurur. Kendini her an hesaba çeker, elinden geldiği kadar kötülükten uzaklaşır, iyiliğe yönelir. Azabdan kurtulmanın, sevap kazanmanın yollarını arar.
3. Ahirete inanmayan, sadece kendi menfaatını düşünen, menfaatiyle ilgilenen kimse, başkalarının menfaatını hiç düşünmez. Halbuki, ahirete inanan kimse, diğer insanların menfaatını ne kadar düşünürse, ahirette o kadar çok mesud olacağını bilir ve ona göre hayatını tanzim eder, düzenler. Bu şekilde davranan bir insan ise, başkalarının iyiliğine çalışır, faydalı bir insan haline gelmiş olur.
4. Ahiret gününe imanı olan bir insan, başına gelen felaketlere karşı sabretmesinin karşılığını ümid eder ve bu ümide bağlı olarak üzüntüsü hafifler. Fakat böyle bir inanca sahib olmayan kimse, çektiği üzüntülerin kendisine hiçbir şey kazandırmayacağını kabul ettiğinden, bu üzüntülerden kurtulmak için çırpınır, kurtulmadığı sürece de ümitsizliğe düşer. İşte ahirete iman, insana ümid dolu bir hayat kazandırırır.
5. İnsanlar, dünyada bulundukları müddetçe, arzu ettikleri bir çok şeyleri de elde edememektedirler. Fakat iyi kimseler, oldukları taktirde, istedikleri bütün şeylere, ahiret hayatında kavuşacaklarını düşünerek mutlu olurlar. Ahirete iman mutluluğun anahtarıdır.
6. Bilhassa yaşlı kimseler, her an ölümle karşı karşıya bulunduklarından, korkulu anlar geçirirler. Halbuki ölümü yeni bir hayatın başlangıcı olarak düşünenler ise, yaşadıkları günleri huzurlu olur ve rahat ederler, mukadder olan, kaçınılması mümkün olmayan ölümden hiç de korkmazlar.
7. Dünyada iken bir yolculuğa çıkacağı zaman, bir katım hazırlıklar yapar. İbadet ve taatte bulunur. Hayır ve hasenatta koşar. İnsanlara yardım eder. Ebedi kalacağı ahiret hayatı için azık hazırlamaya gayret sarfeder.
8. Ahirete inanan bir kimse orda hesaba çekileceğini düşünerek kazandığı malın helal olmasına dikkat eder. Haramdan kaçınır. Helal kazanır ve meşru şekilde harcar, hayrını hasenatını da yapar...
9. Ahirette hak sahibinin hakkının zalimden alınıp, sahibine verileceğine inanan bir kimse, haksızlık yapmaz. Kimsenin malına, canına, ırz ve namusuna tecavüz etmez. Peygamberimiz: (sav) And olsun kiyamet gününde bütün haklar sahiblerine muhakkak tediye olunacaktır. (ödenecektir.)Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas yapılacaktır
2. Ahiret gününde, iyi-kötü, her şeyin mükafat veya cezasının alacağına inanan bir kimse, davranışlarını devamlı kontrol altında bulundurur. Kendini her an hesaba çeker, elinden geldiği kadar kötülükten uzaklaşır, iyiliğe yönelir. Azabdan kurtulmanın, sevap kazanmanın yollarını arar.
3. Ahirete inanmayan, sadece kendi menfaatını düşünen, menfaatiyle ilgilenen kimse, başkalarının menfaatını hiç düşünmez. Halbuki, ahirete inanan kimse, diğer insanların menfaatını ne kadar düşünürse, ahirette o kadar çok mesud olacağını bilir ve ona göre hayatını tanzim eder, düzenler. Bu şekilde davranan bir insan ise, başkalarının iyiliğine çalışır, faydalı bir insan haline gelmiş olur.
4. Ahiret gününe imanı olan bir insan, başına gelen felaketlere karşı sabretmesinin karşılığını ümid eder ve bu ümide bağlı olarak üzüntüsü hafifler. Fakat böyle bir inanca sahib olmayan kimse, çektiği üzüntülerin kendisine hiçbir şey kazandırmayacağını kabul ettiğinden, bu üzüntülerden kurtulmak için çırpınır, kurtulmadığı sürece de ümitsizliğe düşer. İşte ahirete iman, insana ümid dolu bir hayat kazandırırır.
5. İnsanlar, dünyada bulundukları müddetçe, arzu ettikleri bir çok şeyleri de elde edememektedirler. Fakat iyi kimseler, oldukları taktirde, istedikleri bütün şeylere, ahiret hayatında kavuşacaklarını düşünerek mutlu olurlar. Ahirete iman mutluluğun anahtarıdır.
6. Bilhassa yaşlı kimseler, her an ölümle karşı karşıya bulunduklarından, korkulu anlar geçirirler. Halbuki ölümü yeni bir hayatın başlangıcı olarak düşünenler ise, yaşadıkları günleri huzurlu olur ve rahat ederler, mukadder olan, kaçınılması mümkün olmayan ölümden hiç de korkmazlar.
7. Dünyada iken bir yolculuğa çıkacağı zaman, bir katım hazırlıklar yapar. İbadet ve taatte bulunur. Hayır ve hasenatta koşar. İnsanlara yardım eder. Ebedi kalacağı ahiret hayatı için azık hazırlamaya gayret sarfeder.
8. Ahirete inanan bir kimse orda hesaba çekileceğini düşünerek kazandığı malın helal olmasına dikkat eder. Haramdan kaçınır. Helal kazanır ve meşru şekilde harcar, hayrını hasenatını da yapar...
9. Ahirette hak sahibinin hakkının zalimden alınıp, sahibine verileceğine inanan bir kimse, haksızlık yapmaz. Kimsenin malına, canına, ırz ve namusuna tecavüz etmez. Peygamberimiz: (sav) And olsun kiyamet gününde bütün haklar sahiblerine muhakkak tediye olunacaktır. (ödenecektir.)Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas yapılacaktır
AHİRETE İMANIN TOPLUMSAL FAYDALARI
Ahirete iman, İslam'ın itikadi temellerinden birisidir. İslama göre herkesin iyilik ve kötülüğü ile hesaba çekileceği ilahi mahkemenin kurulup ceza veya mükafatların dağıtılacağı bir ahiret günü vardır. Bakara süresinin 28. ayetinde “Allah'ı nasıl inkar edersiniz ki ölüler iken sizi diriltti. Sonra sizi vefat ettirip tekrar diriltecektir. Daha sonrada ona döneceksiniz” buyrulmaktadır.
Ahirete inanmak dünya hayatında huzur ve saadetle yaşamanın ilk şartıdır. Ahirete inanmayan kimseler hiçbir ahlaki kayıt tanımayan fert ve cemiyetlerin huzur ve güvenini bozan zavallı kimselerdir. Ahirete imanın olmadığı ve zayıf olduğu toplumlarda yalan, hırsızlık, zina, hayasızlık ve adam öldürme gibi akla gelen her türlü fenalık rahatça işlenebilir ve böylece toplumlar yıkılıp giderler.
İnsanoğlu sonsuzluğu ister, sevdikleriyle, güzellikleriyle, iyilikle sonsuzluğa ulaşmak ister. Ruhun sonsuzluğu aradığını, ancak düşünce ve hayalini bununla tatmin edebildiğini görüyoruz. Çok sevdiği bir kimseyi kaybeden insanın bir gün gelip onunla ebedi olarak yaşayacağını düşünmesi buna inanması ona yaşama sevincini verir. İnsan hayatta karşılaştığı olumsuz hadiselerin haksızlıkların, zülüm ve adaletsizliklerin çaresiz hastalık ve sakatlıkların ızdırabına ancak ahiret inancı ile direnme ve sabretme gücü bulur. Haksızlığa uğrayınca hiç kimsenin yaptığının yanında kalmayacağına inanmak insan için en büyük tesellidir; ya da yaratılıştan sakatlık gibi bir durum varsa ahiret inancıyla doğacak sabır ve buna verilecek mukafat ümidi insanın en büyük sığınağı olur.
Bir arkadaşım anlatmıştı Amerika'daki şehirlerden birinde bir anket yapılmış o ankette en çok hangi komşularınızdan memnunsunuz sorusuna Allaha ve ahirete iman eden komşularından yana memnun oldukları ortaya çıkmış.Allaha ve ahiret gününe iman eden insan hiç başkasına zarar verebilir mi?
Evet Ahiret gününe iman eden insan bu dünyada yaptıklarından bir gün hesaba çekileceğini ama büyük ama küçük her amelinden bir muhasebe eleğinden geçeceğini ve sonunda ya mükafat yada ceza ile karşılaşacağını bilir. Ve hayatını bu doğrultuda sürdürür.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur'da ahiret akidesinin toplumsal hayatın ve insanın şahsi hayatının en önemli esası ve saadetinin ve kemalatının esasatı olduğuna dair yüzlerce delillerden yalnız dört tanesine işaret eder
Birincisi: İnsanların neredeyse yarısını teşkil eden çocuklar yalnız cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Gayet zayıf ve nazik vücudlarında manevi bir kuvvet bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukametsiz mizac-ı ruhlarında o cennet ile bir ümit bulup sevinçle yaşayabilirler.
Mesela cennet fikriyle der.”Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü cennetin bir kuşu oldu cennette gezer, bizden daha güzel yaşar” yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri onların zayıf ruhlarını ve dayanma güçlerini sarsıp onları perişan edecekti.
İkinci Delil: İnsan nevinin bir cihette yarısı olan ihtiyarlar yalnız ahiret hayatıyla yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler ve çok alakadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler. Ve çocuk hükmüne geçen ve çabuk üzülen o ince ruhlarında ölüme ve ümitsizliğe karşı ancak ebedi hayat ümidi ile mukabele edebilirler yoksa o şefkate layık muhteremler ve sükunete ve kalp rahatlığına çok muhtaç o endişeli babalar ve analar öyle bir ruh sıkıntısı ve darlığı hissedeceklerdi ki bu dünya onlara karanlıklı bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azap olurdu.
Üçüncü Delil: Toplumsal hayatın önemli bir bölümünü teşkil eden gençler, delikanlılar çok yoğun olan duygularını nefis ve arzularını zulümlerden tahribattan durduran ve toplum hayatının güzel bir şekilde devam etmesini sağlayan yalnız cehennem fikridir.
Yoksa cehennem endişesi olmazsa hüküm ekseriyete göre verilir kaidesi ile o sarhoş delikanlılar arzuları peşinde çaresiz zayıflara güçsüzlere dünyayı cehenneme çevireceklerdi.
Günümüz dünyasına şöyle bir bakacak olursak insanlığın içine düştüğü korkunç ve dehşetli durumu neyle izah edebiliriz?.Her tarafta savaşlar, zulümler ve haksızlıklar süre gelirken acaba insanlar yaptıklarından dolayı hesaba çekileceklerini düşünse ve ahirete iman imdatlarına yetişse dünya daha yaşanır bir hal almaz mı? O zaman emniyeti,rahatı ve huzuru isteyen toplumlar ahirete iman akidesini topluma hakim kılmalıdır.
Dördüncü Delil: İnsanın dünya hayatında en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevi saadet için bir cennet bir melce bir tahassungah ise aile hayatıdır. Ve herkesin evi küçük bir dünyasıdır. Ve o aile hayatının hayatı ve saadeti ise samimi ve ciddi ve vefalı hürmet ve hakiki ve şefkatli fedakarane merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise ebedi bir arkadaşlık ve daimi bir refakat ve ebedi bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve sınırsız bir hayatta birbirleriyle fedakarane, kardeşane, arkadaşane münasabetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir.
Mesela der” Bu haremim(eşim) ebedi bir âlemde ebedi bir hayatta daimi bir hayat arkadaşımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok çünkü ebedi bir güzelliği var” Gelecek ve böyle daimi arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım diyerek o ihtiyare karısına güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir iki saat geçici bir arkadaşlıktan sonra ebedi bir ayrılık ve ayrılığa uğrayan arkadaşlık, elbette gayet geçici ve muvakkat ve esassız ve bir mecazi merhamet ve suni bir hürmet verebilir ve hayvanatta olduğu gibi başka menfaatler ve sair galip hisler o hürmet ve merhameti mağlup edip o dünya cennetini cehenneme çevirir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki herkesin başına bir bekçi dikemeyiz ama ahirete imanla yoğrulmuş vicdan bekçilerini insanların kalbine yerleştirebiliriz. O zaman toplumda anarşi istibdat ve zulüm yerine itaat saygı ve adalet hâkim olur. Toplum huzur ve sükunet içinde yaşar.
Ahirete inanmak dünya hayatında huzur ve saadetle yaşamanın ilk şartıdır. Ahirete inanmayan kimseler hiçbir ahlaki kayıt tanımayan fert ve cemiyetlerin huzur ve güvenini bozan zavallı kimselerdir. Ahirete imanın olmadığı ve zayıf olduğu toplumlarda yalan, hırsızlık, zina, hayasızlık ve adam öldürme gibi akla gelen her türlü fenalık rahatça işlenebilir ve böylece toplumlar yıkılıp giderler.
İnsanoğlu sonsuzluğu ister, sevdikleriyle, güzellikleriyle, iyilikle sonsuzluğa ulaşmak ister. Ruhun sonsuzluğu aradığını, ancak düşünce ve hayalini bununla tatmin edebildiğini görüyoruz. Çok sevdiği bir kimseyi kaybeden insanın bir gün gelip onunla ebedi olarak yaşayacağını düşünmesi buna inanması ona yaşama sevincini verir. İnsan hayatta karşılaştığı olumsuz hadiselerin haksızlıkların, zülüm ve adaletsizliklerin çaresiz hastalık ve sakatlıkların ızdırabına ancak ahiret inancı ile direnme ve sabretme gücü bulur. Haksızlığa uğrayınca hiç kimsenin yaptığının yanında kalmayacağına inanmak insan için en büyük tesellidir; ya da yaratılıştan sakatlık gibi bir durum varsa ahiret inancıyla doğacak sabır ve buna verilecek mukafat ümidi insanın en büyük sığınağı olur.
Bir arkadaşım anlatmıştı Amerika'daki şehirlerden birinde bir anket yapılmış o ankette en çok hangi komşularınızdan memnunsunuz sorusuna Allaha ve ahirete iman eden komşularından yana memnun oldukları ortaya çıkmış.Allaha ve ahiret gününe iman eden insan hiç başkasına zarar verebilir mi?
Evet Ahiret gününe iman eden insan bu dünyada yaptıklarından bir gün hesaba çekileceğini ama büyük ama küçük her amelinden bir muhasebe eleğinden geçeceğini ve sonunda ya mükafat yada ceza ile karşılaşacağını bilir. Ve hayatını bu doğrultuda sürdürür.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur'da ahiret akidesinin toplumsal hayatın ve insanın şahsi hayatının en önemli esası ve saadetinin ve kemalatının esasatı olduğuna dair yüzlerce delillerden yalnız dört tanesine işaret eder
Birincisi: İnsanların neredeyse yarısını teşkil eden çocuklar yalnız cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Gayet zayıf ve nazik vücudlarında manevi bir kuvvet bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukametsiz mizac-ı ruhlarında o cennet ile bir ümit bulup sevinçle yaşayabilirler.
Mesela cennet fikriyle der.”Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü cennetin bir kuşu oldu cennette gezer, bizden daha güzel yaşar” yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri onların zayıf ruhlarını ve dayanma güçlerini sarsıp onları perişan edecekti.
İkinci Delil: İnsan nevinin bir cihette yarısı olan ihtiyarlar yalnız ahiret hayatıyla yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler ve çok alakadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler. Ve çocuk hükmüne geçen ve çabuk üzülen o ince ruhlarında ölüme ve ümitsizliğe karşı ancak ebedi hayat ümidi ile mukabele edebilirler yoksa o şefkate layık muhteremler ve sükunete ve kalp rahatlığına çok muhtaç o endişeli babalar ve analar öyle bir ruh sıkıntısı ve darlığı hissedeceklerdi ki bu dünya onlara karanlıklı bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azap olurdu.
Üçüncü Delil: Toplumsal hayatın önemli bir bölümünü teşkil eden gençler, delikanlılar çok yoğun olan duygularını nefis ve arzularını zulümlerden tahribattan durduran ve toplum hayatının güzel bir şekilde devam etmesini sağlayan yalnız cehennem fikridir.
Yoksa cehennem endişesi olmazsa hüküm ekseriyete göre verilir kaidesi ile o sarhoş delikanlılar arzuları peşinde çaresiz zayıflara güçsüzlere dünyayı cehenneme çevireceklerdi.
Günümüz dünyasına şöyle bir bakacak olursak insanlığın içine düştüğü korkunç ve dehşetli durumu neyle izah edebiliriz?.Her tarafta savaşlar, zulümler ve haksızlıklar süre gelirken acaba insanlar yaptıklarından dolayı hesaba çekileceklerini düşünse ve ahirete iman imdatlarına yetişse dünya daha yaşanır bir hal almaz mı? O zaman emniyeti,rahatı ve huzuru isteyen toplumlar ahirete iman akidesini topluma hakim kılmalıdır.
Dördüncü Delil: İnsanın dünya hayatında en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevi saadet için bir cennet bir melce bir tahassungah ise aile hayatıdır. Ve herkesin evi küçük bir dünyasıdır. Ve o aile hayatının hayatı ve saadeti ise samimi ve ciddi ve vefalı hürmet ve hakiki ve şefkatli fedakarane merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise ebedi bir arkadaşlık ve daimi bir refakat ve ebedi bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve sınırsız bir hayatta birbirleriyle fedakarane, kardeşane, arkadaşane münasabetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir.
Mesela der” Bu haremim(eşim) ebedi bir âlemde ebedi bir hayatta daimi bir hayat arkadaşımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok çünkü ebedi bir güzelliği var” Gelecek ve böyle daimi arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım diyerek o ihtiyare karısına güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir iki saat geçici bir arkadaşlıktan sonra ebedi bir ayrılık ve ayrılığa uğrayan arkadaşlık, elbette gayet geçici ve muvakkat ve esassız ve bir mecazi merhamet ve suni bir hürmet verebilir ve hayvanatta olduğu gibi başka menfaatler ve sair galip hisler o hürmet ve merhameti mağlup edip o dünya cennetini cehenneme çevirir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki herkesin başına bir bekçi dikemeyiz ama ahirete imanla yoğrulmuş vicdan bekçilerini insanların kalbine yerleştirebiliriz. O zaman toplumda anarşi istibdat ve zulüm yerine itaat saygı ve adalet hâkim olur. Toplum huzur ve sükunet içinde yaşar.
Ahirete İmanın Faydaları
Birincisi
İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misilli, dünya ile alâkadardır. Ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebettardır. Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekasını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor.
Hattâ, Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden "Ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi.
İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; elbette gayet câmi mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır.
İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bir cüz'î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete İmân ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat, bir merci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı tesellî olduğu öyle bir meyve ve faydadır ki, onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.
İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misilli, dünya ile alâkadardır. Ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebettardır. Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekasını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor.
Hattâ, Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden "Ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi.
İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; elbette gayet câmi mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır.
İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bir cüz'î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete İmân ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat, bir merci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı tesellî olduğu öyle bir meyve ve faydadır ki, onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.
Ahiretin Gerekliliği ve Ahirete İnanmanın Faydaları
1) Dünya insan için bir imtihan yeridir. İnsan akıl ve irade sahibidir. Allah, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla insanlara hakkı ve batılı açıklamıştır. İnsan imtihan olunmaktadır, eğer İslam’ı seçerse cennete girecektir, yok batıl bir din seçerse cehenneme girecektir.
“Hanginizin daha iyi amellerde bulunacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk: 67/2)
İnsana kendisine verilen nimetleri nerede kullandığı mutlaka sorulacaktır:
“Sonra, yemin olsun ki, o gün (Kıyamet günü) mutlaka nimetlerden sorulacaksınız.” (Tekâsür: 102/
2) Dünyada bir çok haksızlıklar yapılmaktadır. Yapılan zülumlerin hesabı ahirette, dünyadan çok daha ağır bir şekilde görülecektir.
3) Yaptığı amellerin hesabını vereceğine inanan kimse hareketlerine dikkat eder. Çünkü, bilir ki yaptığı işlerden mes’uldür, ahirette hesap verecektir. Bu yüzden kendisi ve insanlık için iyi amellerde bulunur.
4) Ahirete inanmak insanlık için bir huzur ve teselli kaynağıdır. İnsan da her canlı gibi ölecektir. Bu yüzden insan için öldükten sonra dirileceği inancı büyük bir nimettir.
“Hanginizin daha iyi amellerde bulunacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk: 67/2)
İnsana kendisine verilen nimetleri nerede kullandığı mutlaka sorulacaktır:
“Sonra, yemin olsun ki, o gün (Kıyamet günü) mutlaka nimetlerden sorulacaksınız.” (Tekâsür: 102/

2) Dünyada bir çok haksızlıklar yapılmaktadır. Yapılan zülumlerin hesabı ahirette, dünyadan çok daha ağır bir şekilde görülecektir.
3) Yaptığı amellerin hesabını vereceğine inanan kimse hareketlerine dikkat eder. Çünkü, bilir ki yaptığı işlerden mes’uldür, ahirette hesap verecektir. Bu yüzden kendisi ve insanlık için iyi amellerde bulunur.
4) Ahirete inanmak insanlık için bir huzur ve teselli kaynağıdır. İnsan da her canlı gibi ölecektir. Bu yüzden insan için öldükten sonra dirileceği inancı büyük bir nimettir.
Ahiret'e, öldükten sonra tekrar dirilip dünyada işlenen amellerden hesaba çekileceğine, cennet ve cehenneme inanmanın bu dünya hayatında pek çok tezâhürleri, fayda ve netîceleri vardır.
Ahirete imân insan hayatının her safhasında, çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık devrelerinde, âile, cemiyet, millet ve devlet hayatında kendini hissettirir, etkisi en küçük müesseseden en büyük müesselere kadar uzanır...
Kardeşi vefat etmiş küçük bir çocuğa "kardeşin cennete gitti. Orada kuşlar gibi her tarafa gidip eğleniyor" demek o çocuğu ne derece tesellî eder açıktır.
Gençleri gençlik hevesâtından ve taşkın davranışlardan engelleyen, dizginleyen en tesirli mani de âhiret'e imân ve cehennem korkusudur.(1)
Kabristana göç etmeye yaklaşmış, bir ayağı çukurda olan ihtiyarları hayata bağlayan, onları bunalımlardan ve gençlik günlerindeki lezzetlerinin ellerinden gitmesinden kaynaklanan üzüntülerinden kurtaracak tek tesellî kaynağı, kabrin arkasında kendilerini bekleyen ebedî gençlik ve saadete olan imânlarıdır.(2)
Hastaları, sakatları, müşkil durumda kalmış, zulme marûz kalmış insanları gerçek manâda tesellî edecek şey de, âhirette görecekleri ecir ve mükâfata inanmalarıdır. Ölmek üzere olan bir hastayı tesellî edecek tek şey âhirete imândır.
Aile efradını, dost ve arkadaşları, hısım ve akrabayı birbirlerine daha sıkı bağlayıp kenetleyen şey, bu beraberliklerinin âhiret hayatında da ebedî olarak devam edeceğine olan inançtır. Ölen yakınlara, aramızdan ayrılan dost ve ahbaba karşı duyulan hüzün ve hasretin tek tesellî kaynağı, ebedî âleme imân etmektir.
İnsanı iyilikler yapmaya, cömertliğe, yardımlaşmaya teşvîk eden, kötü huy ve davranışlardan uzaklaştıran en önemli âmil, âhiret'e imândır.(3)
Başkalarının hakkına riâyet etmek, kimsenin hakkını yememek, aldatmamak ancak âhirete imân eden insanlarda kâmil manâda görülür. İnsanı dini, milleti ve devleti uğrunda fedâkarlığa sevkeden, şehîd olmayı arzu ettiren sebep, âhiret'e imândır.
İnsanın hayatına her yönüyle ufuk açan, geçmiş ve gelecekle irtibatını pekiştiren, hayatına hayat katan şey âhiret'e imândır.(4) Ahiret'e imânın ferde âileye, cemiyete, millete ve devlete kazandırdığı faydalar bu şekilde saymakla bitmeyecek kadar çoktur.
Ahireti inkâr eden kimse ise, eğer içinde bulunduğu hayat şartları iyi değilse, tam bir ümitsizlik ve karamsarlık içine düşer. Eğer hayat şartları elverişli ise, bu sefer de hevâsına tabi olarak bir nevi hayvan durumuna düşer.(5) Artık hevasının peşinde koşan insandan ailesine, millet ve memleketine fayda sağlaması beklenemez. Hatta böyleleri kendi beş paralık arzusunun tatmini için, çoluk çocuğunu aç susuz, sefîl ve perişan bırakmaktan, yeri gelince millet ve memleketini zor durumlara düşürmekten çekinmezler...
Ahireti inkâr eden kimse, kendi nefsine de büyük zarar vermekte, inkârdan doğan ümitsizlik ve karamsarlıkla, daha bu dünyada iken rûhunu bir nevi cehenneme sokmaktadır.(6)
Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyetlerde âhiret'e imân'ın bu özelliklerine, fayda ve tesîrlerine dikkat çekilmiştir. Bir çok yerde faziletli âmellere ve ahlakı güzelleştirmeye yönelik teşvikte bulunulurken bu iman esasyla irtibat kurulmuştur. Pek çok âyette, "Allah'tan ittikâ edin, sakının"(7) dendikten sonra, "Biliniz ki, O'nun huzurunda toplanacaksınız" (Bakara, 203), "Biliniz ki, O'na kavuşacaksınız" (Bakara, 223) gibi ifâdelerle, bu ittikâya vesîle olacak şeyin Allah huzurunda toplanma, Allah'a kavuşma, yani âhiret'e imân olduğu dile getirilmiştir.(8) Keza, pek çok âyetlerde iyilikler emredildikten veya teşvik olunduktan sonra, "eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız..." (Nisâ, 59; Nûr, 2) buyrularak, Allah'a ve âhiret günü'ne imân etmenin bu iyilikleri yapmayı gerektirdiğine işaret edilmiştir.(9)
Yine, Kur'ân-ı Kerîm'de, müslümanlar cihada davet edilirken, Allah yolunda musibet ve belâlara, her türlü mihnet ve meşakkate karşı sabır telkîn edilirken(10), sadaka vermeye teşvik edilirken(11), cimrilik ve nefsin kötü arzularından men edilirken, faiz be benzeri haksız yere para kazanmak metodları gibi kötü şeylerden, günah işlemekten menedilirken(12), iyi amellere, iyilik yapmaya teşvik edililirken(13), dünya nimetlerinin geçiciliği anlatılırken(14), kâfirlerin elindeki dünyalıklara tamah edilmemesi gerektiği ifade edilirken(15)... hep bu haşre iman konusu dile getirilmiştir.
Pek çok âyette ise, Ahiret'e inananların ve inanmayanların vasıfları dile getirilerek âhiret'e imân etmenin insanı gerçek manâda insan yaptığına, inanmamanın ise, insanlıktan uzaklaştırdığına dikkat çekilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'e göre âhiret'e imân eden kimse Allah'a kavuşmak, O'nun rızasını elde etmek uğruna yeri geldiğinde canını dahi fedâ eder, ölümden korkmaz(16), âhireti huzur içinde olacağı gibi dünyada da huzur ve sükûn içindedir(17), Allah'ın âyetlerinden, hadîselerden ibret ve öğüt alır(18), nefsini dizginlemesini bilir(19), menfaatçi değildir(20)...
Ahireti inkâr eden kimse ise, nefsinin kötü arzularına tabi olmuş, çok günahkâr ve haddi aşan(21), hayatının bir gayesi olmadığını zanneden(22), dünyanın sadece geçici güzelliklerine aldanıp kalan, dünyâ hayatıyla gurur duyan, bu hayatı tercîh etmiş(23), kâinata ibret nazarıyla bakamayan(24), kibirli, kendini beğenmiş(25), riyakâr, iyiliği gösteriş için yapan, başa kakıp minnet eden(26), aldatıcı(27), merhametsiz(28), korkak(29)... kimselerdir.
Bütün bunlar âhirete imân etmenin insan hayatı için ne kadar lüzumlu ve faydalı olduğunu göstermektedir. Hatta bu inanç pek çok kâfirleri dahi, mutlak küfürden meşkûk (şüpheli) bir küfre düşürmekle dünya hayatı açısından onları rahatlatır, zayıf da olsa, bir ümit düşüncesiyle yaşadıkları gibi, inançları olmadığı için de, dinin mükellefiyetine de yanaşmazlar. Böylece İslâmiyet'in umumî bir rahmet olmasından onlar da hisselerini alırlar...(30)
İşte, âhiret'e imân etme arzusu insanda yaratılışı itibariyle olması, insanın böyle bir hayata imân etmesi, dünya hayatı açısından da pek çok faydaları beraberinde getirmesi sebebiyle pek çok kimse, âhiret'e inanmayı aklen kabûl etmese de, bu faydaları düşünerek âhirete inanmak istemişlerdir. Çiçeron bu hususta şöyle diyor: "Benim, rûhun ebediyetine dair olan kanaatim bir hata bile olsa, bu hatamdan dolayı memnûn ve bu kanaatimden dolayı mesûdum. Ve ben hayatta olduğum sürece bu kanaatden beni hiç bir şey vazgeçiremeyecektir. Ve yine bu kanaattir ki, benim ruhumun huzurunu ve hayattan hoşnudluğumu temîn ediyor"(31). Çiçeron bu sözleriyle âdeta şâirin şu beytini terennüm etmiştir:
Temennim gerçek olursa, ne güzel temennî olur!
Aksi halde, bu temennî sayesinde hoş bir şekilde bir müddet yaşar gideriz.(32)
Volter de, âhiret hayatının öneminin büyük olduğunu, çünkü bu inancın cemiyet için en faziletli, ahlakî esasları yerleştirmede temel unsûr olduğunu söylemektedir. O'na göre eğer bu öldükden sonra dirilme ve hesap verme fikri toplumdan kalkarsa iyi ameller için bir sebep bulamayız ve böylece toplum hayatındaki düzen dağılıp gider.(33)
Ahiret'e imân etmenin insan ve insanlık açısından taşıdığı önem ve sağladığı faydalar gösteriyor ki, âhirete imân büyük bir hakikate dayanıyor. "Çünkü, hayatımız açısından böylesine büyük bir önemli olan bir konu, hayalî bir şey olamaz... Hayalî bir fikir hayatımızda böylesine büyük bir yer tutabilir mi!? Acaba kâinatta hayalî, gerçek olmayan, gerçekle bir alakası bulunmayan bir fikrin, gerçek hayatta böylesine önemli bir yer tuttuğuna rastlanmış mıdır? Aslında hayatın tanzimi ve âdil hakiki esaslar üzerine kurulması için âhirete şiddetli ihtiyaç duymamız, aslında âhiretin, kâinâtın hakikatlerinin büyüklerinden birisi olduğunun delilidir. Şöyle demekle mubalağa etmiş sayılmayız: Bu gösterilen mantıkî deliller ilmî ve tahkikî bir seviyede bu varsayımın hakikat olduğunu ispat ediyor.(34)
Hem bazı şeyler çekirdek halinde iken biribiriyle karıştırılabilir, fakat bu çekirdekler ağaç haline gelip, çiçek açıp meyve verdikten sonra artık hakikat ortaya çıkar, karıştırılmaya, şek ve şüpheye mahal kalmaz. İşte imân esasları ve ahirete imân da, böyle meyveler verdikten sonra, artık onun aslı ve çekirdeği hakkında şüphe edilmez, kat'i bir hakikat olduğu anlaşılır.
Burada şunu da ifâde edelim ki, âhiret'in varlığına dâir deliller saydıklarımıza sınırlı değildir. Kur'ân'da âhiret'in varlığıyla alakalı pek çok delil ve alametlere işâret edilmiştir. Nursî, Kur'ân'da âhiretin varlığına dâir delillerden bahsettikten sonra şöyle der: "Ahiret'e dâir delillerin geçen delîllerle sınırlı olduğunu zannetme!.. Bilâkis, Kur'ân-ı Hakîm sayısız emârelere işâret ediyor... Hadsiz hesapsız emârelere telvîhte bulunuyor... Yine zannetme ki, âhireti ve haşri iktizâ eden Esmâ-i Hüsnâ sadece Hakîm, Kerîm, Rahîm, Adil ve Hafîz'den ibârettir. Hayır! Bilâkis kâinâtın tedbîrinde tecellî eden bütün Esmâ-i İlâhiyye âhireti ve haşri iktizâ hatta istilzâm eder. Elhasıl, Haşir meselesi Hak Subhaneh'in cemâl, celâl ve bütün esmâsının, enbiyâ, evliyâ ve asfiyâ'nın kitâplarının icmâını tazammun eden Kur'ân-ı Mubîn'in, temiz, safî, âlî rûhlu resûl ve nebîlerin ve küllî ve cüz'î bütün mevcudâtın ittifâk sırrını taşıyan mahlukatın ekmeli Muhammed (s.a.v) 'in, üzerinde ittifâk ettikleri bir meseledir".(35)
Nursî'ye göre her şeyde Yaratıcısına ve Ahiret'e bakan iki cihet vardır: Bir vechi Yaratıcısına bakar. Bu vecihte varlığına ve birliğine şehâdet ve işâret eden pek çok diller vardır. Diğer vecih ise, gâye ve âhirete bakar. Bu vecihte de âhiret âlemine ve âhiret gününe delâlet ve şehâdet eden pek çok diller vardır. Meselâ, insan güzel san'at içindeki vücudu ile, Yaratıcısı'nın varlığına ve birliğine delâlet ettiği gibi, sahip olduğu kabiliyetlerinin tüm mahlukatın kabiliyetlerinden numuneler taşıması, ebede uzanmış arzu ve isteklerine rağmen, sür'atle sona ermeleri ile de, âhiret'e delâlet eder. Bazen de bu iki vecih birleşir: Meselâ kâinâtta görünen olunan düzen, yaratılanlardaki güzellikler, rahmet, adelet ve muhafaza; Hakîm, Kerîm, Rahîm, Adil, Hafîz olan Yaratıcı'ya şehâdet ettiği gibi, âhiret'in hakkaniyetine, kıyamet'in yakınlığına ve ebedî saadet'in gerçekleşeceğine de işâret hatta gözle görme derecesinde isbat eder.(36)
Bütün bu delîllerden sonra artık âhiretin vuku bulacağına dâir bir şüphe kalmaz. Buna rağmen âhirete inanmayan kimseye söylenecek son söz şudur: Ahiret'e inanmamız ve hazırlık yapmamız gereklidir. Eğer doğruysa, kurtuluşa ereriz, inkâr edenler ise helâk olur. Eğer doğru (gerçek) değilse, bu itikadın bize bir zararı yoktur. Sadece bazı dünya lezzetlerinden mahrûm kalırız... Bir şair de bu husuta şöyle demiştir:
Müneccim ve tabîb, her ikisi de,
Ölüler diriltilmez diyorlar, ben de size derim ki,
Eğer sizin dediğiniz doğru olsa ben zarar etmem,
Ama benim dediğim doğru ise, siz zarardasınız! (37)
"Allah'a ve âhiret gününe... inansaydılar ne olurdu ki!" (Nisâ, 39).
Ahirete imân insan hayatının her safhasında, çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık devrelerinde, âile, cemiyet, millet ve devlet hayatında kendini hissettirir, etkisi en küçük müesseseden en büyük müesselere kadar uzanır...
Kardeşi vefat etmiş küçük bir çocuğa "kardeşin cennete gitti. Orada kuşlar gibi her tarafa gidip eğleniyor" demek o çocuğu ne derece tesellî eder açıktır.
Gençleri gençlik hevesâtından ve taşkın davranışlardan engelleyen, dizginleyen en tesirli mani de âhiret'e imân ve cehennem korkusudur.(1)
Kabristana göç etmeye yaklaşmış, bir ayağı çukurda olan ihtiyarları hayata bağlayan, onları bunalımlardan ve gençlik günlerindeki lezzetlerinin ellerinden gitmesinden kaynaklanan üzüntülerinden kurtaracak tek tesellî kaynağı, kabrin arkasında kendilerini bekleyen ebedî gençlik ve saadete olan imânlarıdır.(2)
Hastaları, sakatları, müşkil durumda kalmış, zulme marûz kalmış insanları gerçek manâda tesellî edecek şey de, âhirette görecekleri ecir ve mükâfata inanmalarıdır. Ölmek üzere olan bir hastayı tesellî edecek tek şey âhirete imândır.
Aile efradını, dost ve arkadaşları, hısım ve akrabayı birbirlerine daha sıkı bağlayıp kenetleyen şey, bu beraberliklerinin âhiret hayatında da ebedî olarak devam edeceğine olan inançtır. Ölen yakınlara, aramızdan ayrılan dost ve ahbaba karşı duyulan hüzün ve hasretin tek tesellî kaynağı, ebedî âleme imân etmektir.
İnsanı iyilikler yapmaya, cömertliğe, yardımlaşmaya teşvîk eden, kötü huy ve davranışlardan uzaklaştıran en önemli âmil, âhiret'e imândır.(3)
Başkalarının hakkına riâyet etmek, kimsenin hakkını yememek, aldatmamak ancak âhirete imân eden insanlarda kâmil manâda görülür. İnsanı dini, milleti ve devleti uğrunda fedâkarlığa sevkeden, şehîd olmayı arzu ettiren sebep, âhiret'e imândır.
İnsanın hayatına her yönüyle ufuk açan, geçmiş ve gelecekle irtibatını pekiştiren, hayatına hayat katan şey âhiret'e imândır.(4) Ahiret'e imânın ferde âileye, cemiyete, millete ve devlete kazandırdığı faydalar bu şekilde saymakla bitmeyecek kadar çoktur.
Ahireti inkâr eden kimse ise, eğer içinde bulunduğu hayat şartları iyi değilse, tam bir ümitsizlik ve karamsarlık içine düşer. Eğer hayat şartları elverişli ise, bu sefer de hevâsına tabi olarak bir nevi hayvan durumuna düşer.(5) Artık hevasının peşinde koşan insandan ailesine, millet ve memleketine fayda sağlaması beklenemez. Hatta böyleleri kendi beş paralık arzusunun tatmini için, çoluk çocuğunu aç susuz, sefîl ve perişan bırakmaktan, yeri gelince millet ve memleketini zor durumlara düşürmekten çekinmezler...
Ahireti inkâr eden kimse, kendi nefsine de büyük zarar vermekte, inkârdan doğan ümitsizlik ve karamsarlıkla, daha bu dünyada iken rûhunu bir nevi cehenneme sokmaktadır.(6)
Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyetlerde âhiret'e imân'ın bu özelliklerine, fayda ve tesîrlerine dikkat çekilmiştir. Bir çok yerde faziletli âmellere ve ahlakı güzelleştirmeye yönelik teşvikte bulunulurken bu iman esasyla irtibat kurulmuştur. Pek çok âyette, "Allah'tan ittikâ edin, sakının"(7) dendikten sonra, "Biliniz ki, O'nun huzurunda toplanacaksınız" (Bakara, 203), "Biliniz ki, O'na kavuşacaksınız" (Bakara, 223) gibi ifâdelerle, bu ittikâya vesîle olacak şeyin Allah huzurunda toplanma, Allah'a kavuşma, yani âhiret'e imân olduğu dile getirilmiştir.(8) Keza, pek çok âyetlerde iyilikler emredildikten veya teşvik olunduktan sonra, "eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız..." (Nisâ, 59; Nûr, 2) buyrularak, Allah'a ve âhiret günü'ne imân etmenin bu iyilikleri yapmayı gerektirdiğine işaret edilmiştir.(9)
Yine, Kur'ân-ı Kerîm'de, müslümanlar cihada davet edilirken, Allah yolunda musibet ve belâlara, her türlü mihnet ve meşakkate karşı sabır telkîn edilirken(10), sadaka vermeye teşvik edilirken(11), cimrilik ve nefsin kötü arzularından men edilirken, faiz be benzeri haksız yere para kazanmak metodları gibi kötü şeylerden, günah işlemekten menedilirken(12), iyi amellere, iyilik yapmaya teşvik edililirken(13), dünya nimetlerinin geçiciliği anlatılırken(14), kâfirlerin elindeki dünyalıklara tamah edilmemesi gerektiği ifade edilirken(15)... hep bu haşre iman konusu dile getirilmiştir.
Pek çok âyette ise, Ahiret'e inananların ve inanmayanların vasıfları dile getirilerek âhiret'e imân etmenin insanı gerçek manâda insan yaptığına, inanmamanın ise, insanlıktan uzaklaştırdığına dikkat çekilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'e göre âhiret'e imân eden kimse Allah'a kavuşmak, O'nun rızasını elde etmek uğruna yeri geldiğinde canını dahi fedâ eder, ölümden korkmaz(16), âhireti huzur içinde olacağı gibi dünyada da huzur ve sükûn içindedir(17), Allah'ın âyetlerinden, hadîselerden ibret ve öğüt alır(18), nefsini dizginlemesini bilir(19), menfaatçi değildir(20)...
Ahireti inkâr eden kimse ise, nefsinin kötü arzularına tabi olmuş, çok günahkâr ve haddi aşan(21), hayatının bir gayesi olmadığını zanneden(22), dünyanın sadece geçici güzelliklerine aldanıp kalan, dünyâ hayatıyla gurur duyan, bu hayatı tercîh etmiş(23), kâinata ibret nazarıyla bakamayan(24), kibirli, kendini beğenmiş(25), riyakâr, iyiliği gösteriş için yapan, başa kakıp minnet eden(26), aldatıcı(27), merhametsiz(28), korkak(29)... kimselerdir.
Bütün bunlar âhirete imân etmenin insan hayatı için ne kadar lüzumlu ve faydalı olduğunu göstermektedir. Hatta bu inanç pek çok kâfirleri dahi, mutlak küfürden meşkûk (şüpheli) bir küfre düşürmekle dünya hayatı açısından onları rahatlatır, zayıf da olsa, bir ümit düşüncesiyle yaşadıkları gibi, inançları olmadığı için de, dinin mükellefiyetine de yanaşmazlar. Böylece İslâmiyet'in umumî bir rahmet olmasından onlar da hisselerini alırlar...(30)
İşte, âhiret'e imân etme arzusu insanda yaratılışı itibariyle olması, insanın böyle bir hayata imân etmesi, dünya hayatı açısından da pek çok faydaları beraberinde getirmesi sebebiyle pek çok kimse, âhiret'e inanmayı aklen kabûl etmese de, bu faydaları düşünerek âhirete inanmak istemişlerdir. Çiçeron bu hususta şöyle diyor: "Benim, rûhun ebediyetine dair olan kanaatim bir hata bile olsa, bu hatamdan dolayı memnûn ve bu kanaatimden dolayı mesûdum. Ve ben hayatta olduğum sürece bu kanaatden beni hiç bir şey vazgeçiremeyecektir. Ve yine bu kanaattir ki, benim ruhumun huzurunu ve hayattan hoşnudluğumu temîn ediyor"(31). Çiçeron bu sözleriyle âdeta şâirin şu beytini terennüm etmiştir:
Temennim gerçek olursa, ne güzel temennî olur!
Aksi halde, bu temennî sayesinde hoş bir şekilde bir müddet yaşar gideriz.(32)
Volter de, âhiret hayatının öneminin büyük olduğunu, çünkü bu inancın cemiyet için en faziletli, ahlakî esasları yerleştirmede temel unsûr olduğunu söylemektedir. O'na göre eğer bu öldükden sonra dirilme ve hesap verme fikri toplumdan kalkarsa iyi ameller için bir sebep bulamayız ve böylece toplum hayatındaki düzen dağılıp gider.(33)
Ahiret'e imân etmenin insan ve insanlık açısından taşıdığı önem ve sağladığı faydalar gösteriyor ki, âhirete imân büyük bir hakikate dayanıyor. "Çünkü, hayatımız açısından böylesine büyük bir önemli olan bir konu, hayalî bir şey olamaz... Hayalî bir fikir hayatımızda böylesine büyük bir yer tutabilir mi!? Acaba kâinatta hayalî, gerçek olmayan, gerçekle bir alakası bulunmayan bir fikrin, gerçek hayatta böylesine önemli bir yer tuttuğuna rastlanmış mıdır? Aslında hayatın tanzimi ve âdil hakiki esaslar üzerine kurulması için âhirete şiddetli ihtiyaç duymamız, aslında âhiretin, kâinâtın hakikatlerinin büyüklerinden birisi olduğunun delilidir. Şöyle demekle mubalağa etmiş sayılmayız: Bu gösterilen mantıkî deliller ilmî ve tahkikî bir seviyede bu varsayımın hakikat olduğunu ispat ediyor.(34)
Hem bazı şeyler çekirdek halinde iken biribiriyle karıştırılabilir, fakat bu çekirdekler ağaç haline gelip, çiçek açıp meyve verdikten sonra artık hakikat ortaya çıkar, karıştırılmaya, şek ve şüpheye mahal kalmaz. İşte imân esasları ve ahirete imân da, böyle meyveler verdikten sonra, artık onun aslı ve çekirdeği hakkında şüphe edilmez, kat'i bir hakikat olduğu anlaşılır.
Burada şunu da ifâde edelim ki, âhiret'in varlığına dâir deliller saydıklarımıza sınırlı değildir. Kur'ân'da âhiret'in varlığıyla alakalı pek çok delil ve alametlere işâret edilmiştir. Nursî, Kur'ân'da âhiretin varlığına dâir delillerden bahsettikten sonra şöyle der: "Ahiret'e dâir delillerin geçen delîllerle sınırlı olduğunu zannetme!.. Bilâkis, Kur'ân-ı Hakîm sayısız emârelere işâret ediyor... Hadsiz hesapsız emârelere telvîhte bulunuyor... Yine zannetme ki, âhireti ve haşri iktizâ eden Esmâ-i Hüsnâ sadece Hakîm, Kerîm, Rahîm, Adil ve Hafîz'den ibârettir. Hayır! Bilâkis kâinâtın tedbîrinde tecellî eden bütün Esmâ-i İlâhiyye âhireti ve haşri iktizâ hatta istilzâm eder. Elhasıl, Haşir meselesi Hak Subhaneh'in cemâl, celâl ve bütün esmâsının, enbiyâ, evliyâ ve asfiyâ'nın kitâplarının icmâını tazammun eden Kur'ân-ı Mubîn'in, temiz, safî, âlî rûhlu resûl ve nebîlerin ve küllî ve cüz'î bütün mevcudâtın ittifâk sırrını taşıyan mahlukatın ekmeli Muhammed (s.a.v) 'in, üzerinde ittifâk ettikleri bir meseledir".(35)
Nursî'ye göre her şeyde Yaratıcısına ve Ahiret'e bakan iki cihet vardır: Bir vechi Yaratıcısına bakar. Bu vecihte varlığına ve birliğine şehâdet ve işâret eden pek çok diller vardır. Diğer vecih ise, gâye ve âhirete bakar. Bu vecihte de âhiret âlemine ve âhiret gününe delâlet ve şehâdet eden pek çok diller vardır. Meselâ, insan güzel san'at içindeki vücudu ile, Yaratıcısı'nın varlığına ve birliğine delâlet ettiği gibi, sahip olduğu kabiliyetlerinin tüm mahlukatın kabiliyetlerinden numuneler taşıması, ebede uzanmış arzu ve isteklerine rağmen, sür'atle sona ermeleri ile de, âhiret'e delâlet eder. Bazen de bu iki vecih birleşir: Meselâ kâinâtta görünen olunan düzen, yaratılanlardaki güzellikler, rahmet, adelet ve muhafaza; Hakîm, Kerîm, Rahîm, Adil, Hafîz olan Yaratıcı'ya şehâdet ettiği gibi, âhiret'in hakkaniyetine, kıyamet'in yakınlığına ve ebedî saadet'in gerçekleşeceğine de işâret hatta gözle görme derecesinde isbat eder.(36)
Bütün bu delîllerden sonra artık âhiretin vuku bulacağına dâir bir şüphe kalmaz. Buna rağmen âhirete inanmayan kimseye söylenecek son söz şudur: Ahiret'e inanmamız ve hazırlık yapmamız gereklidir. Eğer doğruysa, kurtuluşa ereriz, inkâr edenler ise helâk olur. Eğer doğru (gerçek) değilse, bu itikadın bize bir zararı yoktur. Sadece bazı dünya lezzetlerinden mahrûm kalırız... Bir şair de bu husuta şöyle demiştir:
Müneccim ve tabîb, her ikisi de,
Ölüler diriltilmez diyorlar, ben de size derim ki,
Eğer sizin dediğiniz doğru olsa ben zarar etmem,
Ama benim dediğim doğru ise, siz zarardasınız! (37)
"Allah'a ve âhiret gününe... inansaydılar ne olurdu ki!" (Nisâ, 39).
AHİRETE İMANIN FAYDALARI
Âhirete imanın önemli pek çok faydası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Bugünün mükâfatını elde etmek umudu ile itaat işleme arzusu artar ve buna özellikle gayret gösterilir.
2- O günün cezasından korkarak masiyet işlemekten ve masiyete razı olmaktan korkmak.
3- Mü’minin elde edeceğini umduğu âhiret nimet ve mükâfatları hatırlatılarak, dünyada eline geçiremediği dünyalıklara karşı teselli etmek.
Kâfirler imkânsız olduğu iddiasıyla ölümden sonra dirilişi inkâr etmişlerdir. Ancak böyle bir iddia batıldır. Bu iddianın batıl oluşuna şeriat, duyu organları ve akıl açıkça delil teşkil etmektedir.
Şeriatın bu iddianın batıl oluşuna delil teşkil etmesi:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“O kâfir olanlar öldükten sonra asla diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: Hayır, Rabbim hakkı için elbette diriltileceksiniz. Sonra da işlediğiniz mutlaka size haber verilecektir, hem bu Allah’a göre pek kolaydır.” (et-Teğâbun, 64/7)
Zaten bütün semavî kitaplar da ittifakla öldükten sonra dirilişi dile getirmişlerdir.
Duyu organlarına gelince, yüce Allah bu dünya hayatında kullarına ölülerin dirilişini göstermiş bulunmaktadır. el-Bakara sûresinde buna dair beş misal vardır. Bu misalleri sıralayalım:
Birinci Misal: Musa’nın –aleyhi’s-selâm– kavmi ona: “Ey Musa biz Allah’ı apaçık görmedikçe, sana asla iman etmeyiz.” demeleri üzerine yüce Allah onları öldürmüş, sonra da onları diriltmişti. İşte yüce Allah bu hususta İsrailoğullarına hitaben şöyle buyurmaktadır:
“Bir de hatırlayın ki siz: ‘Ey Musa! Biz Allah’ı apaçık görmedikçe, sana asla iman etmeyiz’ demiştiniz. O anda siz bakıp, dururken bir yıldırım sizi çarpmıştı. Sonra şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar diriltmiştik.” (el-Bakara, 55-56)
İkinci Misal: İsrailoğullarının, katilinin kimliği hakkında anlaşmazlığa düştükleri maktûl ile ilgilidir. Yüce Allah onlara bir inek keserek, o ineğin bir parçasıyla o maktule vurmalarını ve böylelikle o kimsenin kalkıp kendilerine katilinin kim olduğunu haber vereceğini söyledi. Bu hususta da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Hani siz bir kişi öldürmüştünüz de (katili) hakkında her biriniz suçu diğerine atmıştınız. Halbuki Allah sizin gizlediğiniz şeyi açığa çıkarandır. O sebeble: ‘Onun bir parçasıyla ona vurun’ dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir, akledersiniz diye size âyetlerini gösterir.” (el-Bakara, 2/72)
Üçüncü Misal: Yurtlarından binlerce kişi oldukları halde ölümden kaçmak maksadıyla çıkan kimselerin başından geçen olayla ilgilidir. Yüce Allah bunları önce öldürmüş, daha sonra da onları tekrar diriltmişti. İşte bu hususta yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Binlerce kişi oldukları halde, ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara: Ölün dedi, sonra da onları diriltti. Gerçekten Allah insanlara karşı lutuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.” (el-Bakara, 2/243)
Dördüncü Misal: Ölmüş bir kasabanın yanından geçerek yüce Allah’ın tekrar bu kasabayı diriltmesini uzak bir ihtimal olarak gören kimsenin kıssasıdır. Allah bu zatı yüz sene öldürdükten sonra tekrar diriltmiştir. İşte bu hususta da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Yahut duvarları, çatıları üstüne çökmüş bir kasabaya uğrayan kimse gibisini (görmedin mi?) ‘Allah burasını ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?’ demişti. Allah da onu yüzyıl öldürmüş, sonra dirilterek: ‘Ne kadar kaldın’ demişti. O da: ‘Bir gün yahut bir günün bir kısmı kaldım’ diye söylemişti. ‘Hayır, yüzyıl (ölü) kaldın. İşte yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış. Bir de merkebine bak. Biz seni insanlara bir alâmet kılalım diye böyle yaptık. (Merkebin) kemikler (in) e de bak. Onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz? Sonra da onlara et giydiriyoruz’ diye buyurdu. Durum kendisine apaçık belli olunca: ‘Biliyorum ki Allah her şeye kadirdir’ demişti.” (el-Bakara, 2/269)
Beşinci Misal: Bu da İbrahim el-Halil’in –aleyhi’s-selâm– Rabbinden ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini istemesi ile ilgili kıssasıdır. Yüce Allah ona dört kuş kesmesini ve onları çevresinde bulunan dağlar üzerinde parça parça dağıtmasını, sonra da onlara seslenmesini emretti. Bu kuşların parçaları birbirine gelip kaynaşacak ve İbrahim’in –aleyhi’s-selâm–yanına koşarak geleceklerdi. İşte bu hususta yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Hani İbrahim: ‘Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster’ demişti. ‘İnanmadın mı yoksa’ diye buyurdu. O da: ‘İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (soruyorum.)’ demişti. Buyurdu ki: ‘Dört kuş al, onları kendine alıştır. Sonra onların her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır, koşarak sana gelirler. Bil ki Allah mutlak galibtir, Hâkimdir.” (el-Bakara, 2/260)
İşte bunlar duyu organlarıyla hissedilebilen ve fiilen gerçekleşmiş örneklerdir. Bunlar ölülerin diriltilişinin mümkün olduğuna delil teşkil etmektedir. Meryem oğlu İsa’nın –aleyhi’s-selâm– mucizelerinden olmak üzere yüce Allah’ın izniyle ölüleri dirilttiğine ve onları kabirlerinden çıkarttığına daha önceden işaret etmiş bulunuyoruz.
Öldükten sonra dirilişin imkânsız olduğu iddiasının aklî delillerle çürütülmesi de iki şekilde söz konusudur:
1- Yüce Allah gökleri, yeri ve her ikisinde bulunanları yaratandır. Onları ilkin yoktan var eden, varlıklarını başlatan O’dur. İlkin yaratıkları yaratmaya kadir olan, onları tekrar yaratmaktan âciz değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Yaratıkları ilkin yoktan var eden, sonra da onu tekrar iâde eden O’dur ve bu O’na göre daha kolaydır.” (er-Rûm, 30/27)
“İlk yaratmaya başladığımız gibi, onu tekrar iâde ederiz. Üzerimize bir va’d olarak bunu mutlaka yapacağız.” (el-Enbiyâ, 21/104)
Çürümüş kemiklerin diriltilmesini inkâr eden kimselere cevap verilmesini emrederek şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Onları ilk defa yaratan kim ise onları diriltecektir. O her türlü yaratmayı en iyi bilendir.” (Yâsîn, 36/79)
2- Yeryüzü ölü, hareketsiz ve üzerinde yeşil hiçbir bitki bulunmadığı halde iken üzerine yağmur iner de sarsılır ve yeşerip dirilir. Orada göz alıcı her bir çiftten bitkiler çıkar. Ölümünden sonra yeri diriltmeye kadir olan elbetteki ölüleri de diriltmeye kadir olandır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onun âyetlerinden biri de yeri kupkuru görmendir. Biz üzerine suyu indirdiğimizde sarsılır ve kabarır. Onu dirilten, şüphesiz ki ölüleri de dirilticidir. Çünkü O her şeye kadirdir.” (Fussilet, 41/39)
“Ve Biz gökten bereketli su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilen taneler bitirdik ve tomurcukları üstüste binmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları da kullara rızık olmak üzere (bitirdik). Ve Biz onunla ölmüş bir ülkeyi dirilttik. İşte çıkış da böyle olacaktır.” (Kâf, 50/9-11)
Sapıklık taraftarı bazı kimseler, sapık iddialarda bulunarak kabir azabını, kabir nimetini inkâr etmişlerdir. Onlar vâkıa’ya aykırı olduğundan dolayı bunun mümkün olmadığını iddia ederler ve derler ki: Eğer ölünün kabri açılacak olursa, önceki hali nasılsa öylece görülecektir. Kabirde genişlik ya da darlık itibariyle hiçbir değişiklik tesbit edilmeyecektir.
Daha önceden âhiret gününe iman ile ilgili hususlar ele alınırken (b) fıkrasında kabir azabı ve kabir nimetinin sabit olduğuna delil teşkil eden nass’lar geçmiş bulunmaktadır.
Sahih-i Buharî’de İbn Abbâs –radıyallahu anh– yoluyla gelen hadîste şöyle dediği sabittir: “Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem– Medine bahçe duvarlarından birisinin dışına doğru çıktı. Kabirlerinde azab gören iki kişinin seslerini işitti.” Daha sonra hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Hadîste belirtildiğine göre: “O kabir sahiplerinden birisi kendisini bevl’den kollamıyordu.” Bir rivayette de “kendi bevlinden” şeklindedir. Diğeri ise “laf alıp götüren bir kimse idi” denilmektedir.
Duyular açısından bu iddianın batıl olduğuna gelince, uyuyan bir kimse rüyasında geniş, çok göz kamaştırıcı ve nimetlere mazhar olduğu bir yerde olduğunu yahut ta dar, sıkıntılı ve acı ve ızdırap çektiği bir yerde olduğunu görebilir. Kimi zaman bu gördüğü rüyanın etkisiyle uyanabilir. Bununla birlikte o odasında, yatağı üzerinde olduğu gibi görünür. Uyku ölümün benzeridir. Bundan dolayı yüce Allah uykuya da “vefat: ölüm” adını vermektedir:
“Allah ölümleri vaktinde ruhları alır. Ölmeyeninkini de uykuda alır. Hakkında ölüm hükmünü verdiğini tutar, diğerini ise belirli bir süreye kadar salıverir.” (ez-Zümer, 39/42)
Aklî bakımdan bu iddianın çürük olduğuna gelince: Uykuda olan bir kimse vâkıa’ya uygun hak bir rüya görebilir. Bazen Peygamber’i –sallallahu aleyhi ve sellem– dahi sıfatlarına uygun şekilde görebilir. Peygamber efendimizi sıfatlarına uygun şekliyle gören bir kimse, onu gerçekten görmüş demektir. Bununla beraber uyuyan kimse kendi odasında ve gördüğünden uzakta olduğu halde yatağı üzerindedir. Bu husus dünya halleri açısından mümkün olduğuna göre, âhiret halleri açısından nasıl mümkün olmasın?
Bunu inkâr edenlerin ölünün kabri açılacak olursa, gömüldüğü haliyle görüleceğini, kabirde genişlik ya da darlık açısından hiçbir değişiklik olmayacağını ileri sürüp, bunu iddialarına dayanak yapmalarına gelince, buna çeşitli bakımlardan cevap verilebilir. Şöyle ki:
1- Evvelâ şeriatın getirdiği hükümlere bu gibi çürük şüphelerle karşı çıkmak doğru değildir. Bu şüphelerin sahibi eğer şeriatın getirdikleri üzerinde gerçekten düşünecek olursa, bu şüphelerinin batıl olduğunu da çok iyi anlayacaktır. Bir şair şöyle demiştir:
“Nice doğru sözü ayıplayan kimse vardır ki,
Onun hatâsı hastalıklı kavrayışıdır.”
2- Berzah halleri duyu organlarıyla idrâk edilemeyen gayb işlerindendir. Eğer duyu organlarıyla idrâk edilseydi gayba iman edenlerle, gaybı inkâr edip iman etmeyi kabul etmeyenler birbirlerine eşit olurlardı.
3- Azab, nimet, kabrin genişliği ve darlığını sadece ölü idrâk eder, başkası değil. Bu da uyuyan bir kimsenin rüyasında kendisini sıkıntılı ve dar bir mekânda yahut ta geniş ve rahat bir yerde görmesi gibidir. Başkasına göre uyuyanda herhangi bir değişiklik yoktur. O kendi odasında, yatağı ile yorganı arasında bulunmaktadır. Peygamber’e –sallallahu aleyhi ve sellem– ashabı arasında bulunduğu halde vahiy geliyor, kendisi vahyi duyduğu halde ashabı o vahyi duymuyordu. Kimi zaman melek ona bir insan suretinde görünür, onunla konuşurdu. Sahabe ise ne o meleği görürler, ne de işitirlerdi.
4- Yaratılmışların idrâki yüce Allah’ın kendilerine verdiği imkânlar çerçevesinde sınırlıdır. Onların var olan her bir şeyi idrâk etmelerine imkân yoktur. Yedi sema, arz ve her ikisinde bulunanlar ile her şey yüce Allah’ı hamd ile gerçek manada tesbih etmektedirler. Yüce Allah bazen yarattıklarından dilediği kimselere onların tesbihlerini işittirir. Bununla birlikte bu gerçek bizim için perdelidir. İşte bu hususta yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (el-İsrâ, 17/44)
Şeytanlar ve cinler de aynı şekilde yeryüzünde gider, gelirler. Cinler Rasûlullah’ın –sallallahu aleyhi ve sellem– huzuruna gelmişler, onun Kur’ân okumasını dinlemişler, kulak vermişler. Uyarıcılar olarak kavimlerine geri dönüp, gitmişlerdir. Bununla birlikte onlar bizim tarafımızdan görünmezler. İşte bu hususta yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey Âdemoğulları! Şeytan ana ve babanızı, avret yerlerini kendilerine göstermek için üzerlerinden elbiselerini sıyırarak, cennetten çıkmalarına sebeb olduğu gibi, sakın sizi de fitneye düşürmesin. Çünkü o da, kabilesi de sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz şeytanları, iman etmeyenlerin velileri kıldık.” (el-A’râf 7/27)
İnsanlar var olan her bir varlığı idrak edemediklerine göre; gayb işlerinden olduğu sabit olup da kendilerinin idrak edemedikleri hususları inkâr etmeleri doğru bir iş değildir.
AHİRETE İNANMANIN FAYDALARI
Allah'a imandan sonra, hayatı tanzîm edip bir düzene koyma, |
beşerin toplu olarak huzurunu temin etme; haşre yani ölüm ötesi |
hayata inanmaya bağlıdır. Yaptığı şeylerin hesabını vereceğine inanmayan bir insanın hayatının |
müstakîm olması düşünülemez. Buna karşılık, attığı her adım için öbür |
âlemde Allah'a hesap verme düşüncesini eksik etmeyen, her davranışı bir |
hesabın ifadesi olan, her sözü, her dinleyişi ve her kalbî |
temayülünü ötede Allah'a hesap verme havasına göre hassasiyetle ele alan |
kişinin de hayatı oldukça muntazam bir şekil arz eder. "Ne işte |
bulunsan, Kur'ân'dan ne okusan ve siz ne İş yapsanız mutlaka |
biz, içine daldığınız an üzerinizde şahidiz (her yaptığınızı görürüz). Ne |
yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey, Rabb'in(in bilgisin)den |
kaçmaz. Ne bundan küçük, ne de büyük hiçbir şey yoktur |
ki, hepsi apaçık bir kitap (Allah'ın bilgisinin nakşedildiği Levh-i Mahfuz) |
da olmasın...” (Allah'ın bilgisi -her şeyi içine almıştır. O'nun bilgisi |
dışında kalan hiçbir şey yoktur. Her olay, ancak O'nun bilgisi |
ve izniyle olur).(1) Yani bütün davranışlar ve hareketler, kerîm melekler tarafından |
tespit edilmektedir. Büyük, küçük, gizli ve açık; bizim hakir, Allah'ın |
azîm gördüğü veya bizim azîm Allah'ın hakîr gördüğü -hangi hesap |
içerisinde ele alınırsa alınsın- yaptığımız her şey tespit edilmekte, her |
şeyimize nigehbân gözetleyenler, yazanlar ve her şeyimizin hesabını görmek üzere |
"DEYYAN" olan Allah hâzır ve nazırdır. Bu ruh ve şuur içinde |
yaşanan bir hayat müstakîm; bu ruh ve şuur içinde yaşayan |
fertlerin teşkil ettiği toplum huzur içinde yine bu ruh ve |
şuur içindeki aile ocağı da, yaşadıkları aileyi cennet bahçelerinden bir |
bahçe haline getirmişlerdir. Evet beşerin çılgınlıklarını bırakabilmesinin tek yolu vardır; o |
da öldükten sonra dirilmeye inanmasıdır. Gençliğin çılgınlıklarının önünü alacak, onun |
hezeyanlarını önleyecek, yavaş yavaş ölüme doğru giderken her adımda ayrı |
bir inkisar ve ümit kırıklığına uğrayan ihtiyarlara ümit kaynağı olacak,çocukların |
mukavemetsiz kalplerinde her an saadet şem'â ve şulelerini yakıp aydınlatacak |
da ancak haşre İman ve inançtır. Gençten ihtiyara, kadından erkeğe, âdilden |
zâlime herkes İçin içilen su ve teneffüs edilen hava kadar |
haşre imâna ihtiyaç vardır. Haşre îman denen bu şerbeti içmek aynı |
zamanda yudum yudum huzuru yudumlamak demektir. Bu sebepledir ki, beşerin |
sulh ve salâhı için uğraşan ve ona huzur bahşetmeyi gaye |
edinen bütün fikir adamlarının; meseleyi bu zaviyeden değerlendirmeleri gerekmektedir. Ferdin, |
ailenin, cemiyetin ve topyekün bütün insanlığın hakiki refah, saadet ve |
huzura erebilmesi ancak ve ancak, büyük-küçük bütün amellerin hesabının görülebileceği |
bir ahiret yurduna inanmaya bağlıdır. Kur'ân-ı Kerim: "Artık kim zerre ağırlığınca hayır |
yapmışsa onu görür.Ve kim zerre ağırlığınca çer yapmışsa onu görür.” |
(İnsana ameli gösterilir, insan yaptığını görür)(2) diyerek, zerre miktar hayır |
işleyenin hayrının mükafatım; ve zerre miktar şer işleyenin de şerrinin |
cezasını göreceğini ilan etmekte ve insanlara bu mesuliyet duygusunu aşılamaktadır, |
insanlar bu İmân ve İnanca sahip olduktan sonra, artık ona |
"İstediğini yap!" denebilir. Zira vak'a ve realite, yapılan her şeyin |
aynen karşılık göreceği katiyetini ifade etmektedir. Bu anlayışta bir insan, |
alnını ak, yüzünü pak edecek ve ötede onu mahcup edip |
yere baktırmayacak işler yapma lüzumunu duyacaktır. Çocuk, o zayıf, o nahîf |
ruhuyla ancak haşre iman ile huzurlu bir hayat bulabilir. Herkes |
çocukluğunu bu zaviyeden tetkik etse ve hayâlen çocukluk anlarına gitse |
bu hükmü tasdik edecektir. Evet, çocuk ince bir kalbe sahiptir, aynı |
zamanda da hâdiselerin terkibini yapıp neticeye gidecek bir zekâya da |
sahip değildir. Hem o, büyükleri gibi, kendisini eğlenceye verip ten-vim |
de edemez. Onun içindir ki, ölüm endişesini bir büyükten daha |
derin hisseder. Her an etrafından kopup gidenler, onun İçinden de |
bir parça koparıp götürürler. Annesi, babası vefat eden bir çocuğun |
dünyası İse bütün bütün yıkılır. Ruh âlemini aydınlatan bütün yıldızlar |
söner ve vicdanının seması karanlığa gömülür. Vicdan taşıyan hemen her |
insan bunları hissedebilir. Çocukluğumda bir kardeşim ölmüştü. Onun mezarına her uğrayışımda |
ellerimi açar "Allah'ım ne olur dirilt de, onun güzel yüzünü |
bir kere daha göreyim!"der yalvarırdım. Şimdi bu halette olan, ben |
ve benim gibi binlercenin kalbindeki "öldükten sonra dirilme inancını silin; |
gönlünden bu imanı söküp atın; bu yanan kalbe ve figan |
eden gönle ne İle derman olacak ve bu yangını nasıl |
söndüreceksiniz? Hayır hayır, hiçbir şeyle ona derman olmanız ve onun |
ateşini söndürmeniz mümkün olmayacaktır. Sadece haşir akidesidir ki, bu buhranlar |
ve sıkıntılar arasında kıvranan çocuğa soluk aldırır ve rahat ettirir. Evet, |
yakınlarının teker teker kopup gidişi karşısında; ancak onların cennete gittiğine |
imandır ki, bu yavruya teselli verir ve onu bu dayanılmaz |
dertten kurtarır. Küçük dahi olsa, alıştığı, ülfet ettiği bir yakını, büyüğü |
veya onsuz yapamayacağını kabul ettiği bir sevdiğinin göçüp gitmesi onun |
nazenin kalbinde kapanmayacak bir yara açar. Bu öyle onulmaz bir |
yaradır ki, ona ancak şu düşünce merhem olabilir: "Buradan gitti veya |
alındı; fakat orada Hûda, ona cennet kapılarını açtı. Şimdi o, |
cennet bahçelerinde kuşlar gibi kanat çırpıp uçuyor. Eğer ben de |
ölsem onun gibi uçacağım. Şayet ölen büyük ise, şöyle düşünecek; o |
öldü, ama orada da beni kucağına alıp sevecek, başımı okşayıp |
bağrına basacak. Ve işte bu düşüncelerdir kî, ölümün açtığı firkat |
ve ayrılık gediğini kapayacak ve onun kanayan yarasına merhem olacaktır. Huzur |
mu istiyorsunuz? Onu ne dört bir yanda tütüp duran fabrika |
bacalarıyla, ne de yıldızlar arası seferler düzenlemekle temin edemezsiniz. Hakiki |
huzur, işte bu imân ve inanca dayalı olan huzurdur. Evet, |
bu öldükten sonra dirilme esasları üzerine kurulu huzur, işte gerçek |
huzur odur. İhtiyarlar... Adım adım ölüme yaklaşan ihtiyarlar. . . Ağzını |
açmış kabir onları beklerken ve onlarda süratle ona doğru koştururlarken |
ne ile teselli olup, hangi şeyle kendilerini avutabilirler?. . Her |
gün aynada seyrettikleri ak saçların içlerinde hâsıl ettiği burkuntuyu ne |
ile bertaraf edebilirler?. Bu halin meydana getirdiği ruhî eksikliği nasıl |
kapayabilirler?.. O yaşa gelinceye kadar evlattan, torundan, arkadaştan ve yakından |
öbür aleme gönderdikleri kimselerin onların kalplerinde bıraktıkları izleri ne ile |
silebilirler? Gençliğin, sıhhatin, makam ve mansıbın gidişi ve bu gidişlerin onun |
İçinde bıraktığı korkunç izler varken siz onu bu haliyle nasıl |
teselli edebilirsiniz? Ona takdim ettiğiniz her türlü maddi teselli, ayrılıp |
gitmesiyle onun içinde yeniden korkunç İzler bırakacak ve bu daima |
böyle devam edip gidecektir. Öyleyse bütün İnsanlarla beraber ihtiyarların da |
huzur bulacağı tek çare vardır; Öldükten sonra dirilmeye inanmak!. - Bir |
kaç gün sonra kendini yutmak için bekleyen bir canavar ağzı |
dehşetini veren kabrin, öbür aleme giden koridorun mütevazı bir kapısı |
olduğuna inandırmak!. Orayı cennet bahçelerine geçmek İçin bekleme salonu olarak |
gösfermek!.. Rahmet ve gufranın mevcelendiği bir yer olarak tarif etmek!, |
işte bütün bunlardır ki, ona teselli kaynağı olacaktır. Kur'ân-ı Kerim Zekeriyâ |
(a.s.)'nm diliyle: "Rabb'im demişti, muhakkak bende kemik gevşedi; baş, ihtiyarlık aleviyle |
tutuştu. Rabb'im, sana dua ile hiçbir zaman bahtsız olmadım” (her |
duâ ettikçe kabul buyurdun, beni istediğimden mahrum etmedin) ." (3) |
derken ve ardından da O'nun hayırlı bir evlat istemesini hikaye |
ederken dünyadan göçüp gitmeye hazırlanmış bir İnsanın feryadını en güzel |
bir şiir ahengi içinde tasvir etmektedir. Ruhta meydana gelen bu |
feryadı, eşsiz bir şekilde anlatma ve dile getirme yine Kur'ân'ın |
mucizevi yönlerinden birisidir. Her şuurlu insan, vicdanını dinlediği ve kalbinin |
dudaklarında acı tebessümü gördüğünde ruhunda kopan böyle bir feryadı bütün |
dehşetiyle hissedecektir. Fakat ona bu halinde teselli olabilecek ve ruhunda |
kopan bu fırtınayı dindirebilecek tek çare âhirete İmân olacaktır. Bu |
inanç ve iman, onun kulağına hayat verici soluğuyla âdeta şunları |
fısıldamaktadır: "Hayatını ikmâl ettin. Vazifeni yaptın. Seni bu dünyaya gönderen |
Rahmeti sonsuz, daha fazla seni bu çöllerde mahvetmeyecek ve seni |
huzuruna alarak, senin için hazırladığı nimetlerini sana bahşedecektir.." Evet, bu ve |
bu mânaya gelen müjdelerdir ki, o ihtiyara hakiki huzur ve |
saadeti tattı-racaktır. Çünkü o, asıl vatanı olan ahiret alemine gitmeye |
hazırlanmaktadır. İçtimaî hayatın büyük bir kısmını gençler teşkil eder. Mütecaviz ve |
hayatları hezeyanla dolu olan gençler hayatı cehennemi bir hale çevirirler. |
Öte yandan şahabı gibi hayatlarından nur fışkıran, yüzleri saadet gamzeden, |
bütün davranışlarıyla Allah'ı hatırlatan, bakışlarında cennet parlayan gençler İse hayatı |
tamamıyla bir cennet haline getirirler. Evet, gençler, haşre İnanma İle |
gerçek benliklerini bulacak fakat haşir akidesi ve öldükten sonra dirilme |
duygusu gönül ve kafalarından sökülüp atıldığı zaman beşerin huzursuzluk kaynağı |
haline geleceklerdir. Bugün insanlık huzursuz ise hayatının her safhası çılgınlık |
ve hezeyanlarla dolu olan gençlikle huzursuzdur. Pedagoglar ve terbiyeciler, buna |
çare getirelim derlerken, yaptıkları muâlecelerle yarayı daha da derinleştirmiş ve |
onulmaz bir hale getirmişlerdir. Halbuki bu yaranın dermanı, öldükten sonra |
dirilmeye inanmaktadır. Zira gerçek çözüm gençliğin atacağı her adımı Allah'a hesap |
verme inancı içinde atmasını temin etmek ve bu şuur içinde |
yetiştirmek ile mümkün olacaktır. Hz. Ömer (r.a.) mescide gidiyordu. Önünde hızla |
mescide doğru koşan bir çocuk gördü. Adımını hızlandırdı, çocuğa yaklaştı |
ve sordu: - Ey yavru! Sana namaz farz değil. Niçin böyle |
heyecanla ve koşa koşa mescide gidiyorsun? Çocuk sadece şu cevabı verdi: - |
Ey mü'minlerin emîri! Dün mahallemizde bir çocuk öldü!.. Çünkü, İstikâmetin medarı |
ve noktâ-i istinadı, sadece ve sadece herşeyin görülüp bilindiği; tespit |
edildiği ve hesabının hazırlandığı bir güne göre hayatı tanzim etmededir. |
Kâinattaki bütün harekât ve hâdisâtın küllî irade ile tanzim edilmesine |
mukabil, İnsan ise hayatını kendi iradesi ile yönlendirme mecburiyetinde ve |
mükellefiyetin dedir. İşte bu irâdenin hakkının eda edilmesi neticesinde de |
Allah Rahmâniyet ve Rahîmiyetiyle insana, bütün cismâni arzularına cevap verecek, |
huri, gîlman ve perdedârlarla donatılmış cennetler sunacaktır. Zira, İrâde, Rahmâniyet ve |
Rahîmiyetin cilvesidir. Cennet de Rahmâniyet veRa-himiyetin tezahür etmiş şeklidir. Burada |
insan, Rahmâniyet ve Rahîmiyetin muktezası olan irâdeyi iyi kullandığı zaman |
o iradenin semeresini yine Rahmâniyet ve Rahîmiyetin tezahürü olarak görür. Evet; |
hayatın âhirete göre tanzîm edilmesi ve sırların açığa çıkacağı günün |
unutulmaması sayesinde ferd,aile ve cemiyet huzura kavuşacak ve hususiyle gençler |
istikamet bulacak, nizam ve intizam altında yaşayacak ve başkalarının huzurunu |
ihlâl etmeyeceklerdir. Sehl b. Şad (r. a.) anlatıyor: Allah Rasulüne |
(a. s.) gelip, günlerdir evine kapanmış ağlayan bir gencin durumunu |
haber verdiler. İki Cihan Serveri onun evine kadar gitti, içeriye |
girince, genç sevinçle yerinden fırladı ve kendisini Allah Rasülünün (a. |
s) kolları araşma atıverdi. Biraz sonra da ayaklarının dibine yığılıp |
kaldı. Genç vefat etmişti. Rahmet Nebisinin (a. s.) gözleri yaşardı |
ve dudaklarından şu inciler döküldü: "Arkadaşınızı teçhiz edin. Cehennem korkusu onun |
ödünü kopardı. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah |
onu cehennemden koruyacaktır.”(4) "Ama kim Rabb'inin makamından, (O'nun huzurunda duracağı demden) |
korkar ve nefsini kötü heveslerden men ederse,(Onun için) gidilecek yer |
cennettir." (5) Rabbinin huzuruna çıkıp hesap verme endişesini taşıyan ve bu |
endişeye göre hayatını düzenleyen insan Rabbinin huzurunda emniyet içindedir. Zira |
Rahmeti sonsuz kudsi bir hadiste şu müjdeyi vermektedir: "İki emniyeti ve |
iki korkuyu bir arada vermem" (6) Burada korkan orada emniyete ermiştir. |
Bu düsturdan başka gençliğin çılgınlığının önünü alacak bir şey tanıyor |
musunuz? İnsanı muhafaza edecek bir çember ve bir daire biliyor |
musunuz? Eğer vereceğiniz cevap menfiyse müspet mânada bir hal safhasına |
girmiş olacaksınız. Bütün terbiyeci ve pedagoglar bu hakikate kulak kesilmeli |
ve bu düsturu hayata tatbik etmelidirler. Gençler herşey demektir. Meseleye, bir |
haksızlık karşısında kükreyen gence bakarak "gençliği olmayan bir millet mahvdır" |
diyen Hz. Ömer (r.a)'ın İfadeleri içinde bakacak olursak, âli duygularla |
mücehhez bir gençliğin cemiyet hayatının hayatı olduğu hükmüne varırız. Böyle |
bir millet yeni yeni medeniyetler İnşa etme istidadındadır. Bunun aksi |
İse hükmün de aksidir. Öyleyse bir milletin yücelmesinde en mühim |
faktör gençliktir. Ama âhiret inancıyla dopdolu bir gençlik. Hülasa; inanan |
insanlar huzurlu bir dünya inşâ edebilecek ve sadece inanan İnsanlar |
huzurlu bir hayat yaşama hakkına sahip olacaklardır... Gençlik bir milletin |
yücelmesinde veya alçalmasında en büyük âmildir. Beşerin büyük bir kısmını hastalar, |
mazlumlar ve musibetzedeler teşkil eder. Haşir akidesinin bunların ruhunda da |
büyük tesiri vardır. Hasta, her an kendisine yaklaşan ölüm ve koşarak |
gittiği kabir karşısında ümidi sadece o kabri öbür aleme açılan |
bir hol görmede bulur. Şayet kabri saadete götüren bîr yol |
ve ebediyete ulaştıran bir vasıta halinde görmüyorsa hasta hiçbir zaman |
mesud olamayacaktır. O, sancılarına, baş ve bel ağrılarına, kanser ve |
kangrenine karşı bununla teselli olur ve ara sıra ensesinde hissettiği |
Hz. Azrail'in pençesinin ruhunda meydana getirdiği ıstıraba karşı ancak bu |
inançla karşı koyabilir. "Evet, ben gidiyorum, beni kimse burada durduramayacaktır... Fakat, |
asıl sıhhatime, ebedî gençliğime kavuşacağım ve herkesin muhakkak döneceği bir |
yer olan Allah'ın yurduna gidiyorum." diyerek hastalığını unutup müteselli olacaktır. |
Onun içindir ki, ehlullâh ruhlarını Allah'a teslim ederken, dudaklarında da |
dosta kavuşmanın tebessümü gonca gibi açmış, olarak belirmiş ve onlar |
bu haliyle ruhlarını teslim etmişlerdir. Nebiler nebisi {a. s) son anında |
etlerini Hz. Aişe'nin ellerinden çekiyor ve “Allah'ım artık öteleri istiyorum" |
(7) diyordu. Bir gün evvel de şöyle buyurmuştu: "Allah bir kulunu dilediği |
kadar dünya nimetleri İle kendi yanında olanlar arasında muhayyer bıraktı. |
Kul, Allah'ın yanında olanı seçti.”(8) Dünya ile ukbâ arasında muhayyer bırakılan |
o kul kendisiydi. Meseleyi anlayan sahâbî göz yaşlarını tutamamıştı. O |
elini Hazret-i Aişe'nin elinden çekiyor ve Refik-İ âlâyı istiyordu. Aynı şekilde |
Hz. Ömer gibi bir kâmet-i bâlâ da harabede başını yere |
koyuyor ''Allah'ım bu mükellefiyeti benim omuzlarımdan al, artık götüremeyeceğim" diyerek |
ötelere olan iştiyakını dile getiriyordu. Ahiret inancı, binlerce güzelliğin tecelli edeceği |
âhiret yurdu ve bunların verâsında da Cemâl-i Bakiyi görme iştiyak |
ve arzusuydu ki, onlara bu sözleri söyletiyor ve içlerinde bu |
arzuyu uyandırıyordu. Irzını, namusunu gaddar zâlimin elinden kurtaramamış, İntikam hırsıyla yanan, |
kavrulan mazluma gelince... O, ancak, zâlimin yakasını Allah'ın eline vereceği |
günü ve burada çektiklerine mukabil âhiret yurdunda kendisine bahşedilecek mükâfatı |
düşünmekle mütesellî olur. Zira mazlum katiyen bilir ki, burada yapılan zulümler |
zâlimin yanında kalmayacaktır. ..Bir mahkeme-i kübrâ açılarak inceden inceye her |
şey hesaba çekilecek; zâlim cezasını mazlum ise mükâfatını görecektir. "İşte Rabb'in, |
zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar.Çünkü O'nun yakalaması, çok acı |
ve çok çetindir.(9) Yani Allah zâlim bir kasabayı bir kere yakaladı |
mı, yaman ve yavuz yakalar. Artık onu iflah etmez. Evet, |
mazlum kendini elinden kurtaramadığı zâlim ve mütegallibten intikamını ancak bu |
şekilde alır ve müteselli olur. Musibetzede...Semavî veya arzı musibetlere maruz kalmış, |
bağını bahçesini dolu vurmuş sel götürmüş, binası zelzelede başına yıkılmış, |
kurduğu ümran harâb olmuş, aile ve yuvası ile derbeder olmuş |
ve bunlara benzer bütün musibetzedeler de ancak öldükten sonra dirilmeyi |
düşünmekle teselli bulurlar. Zira bu inanca göre musibetlerde giden mal sadaka |
olur, can ise onu şehitlik mertebesine erdirir. İşte bu düşünce |
ile orada rahat ve huzura kavuşur. Diğer taraftan aile yuvası, ahirete |
iman ile cennet köşelerinden bir köşe haline gelirken, bu iman |
sökülüp atıldığında cehennem çukurlarından bir çukur oluverir. Çocuk dînî duygu |
ve yaşayıştan uzak, genç arzu ve hevesleri peşinde, ölümü beklenen |
hasta ise kendi ıstırapları içinde kıvranır bir vaziyette olan bu |
hane, daha İnsanlar içindeyken baykuşların ötmeye başladığı bir harabeden farksızdır. |
Çehreler abus, suratlar mahkeme duvarı gibi ve işin daha kötüsü, |
bunlardan kaçarken kendinden uzaklaşış ve eğlencelerle kendini uyutma zavallılığı... İşte |
böyle bir haneye saadetin girmesi ancak haşre ve öldükten sonra |
dirilmeye imanla mümkündür. Eğer yediden yetmişe herkesi huzurlu etmeyi düşünüyorsanız bütün |
gönüllere haşir akidesini yerleştirmeye çalışın... Zira o zaman gençler, nizam |
ve intizam içine girecek, çocuklar haylazlığı bırakacak, yaşlılar cennet yolcuları |
olarak saadet içinde yaşayacak ve o hanenin İçinde saadet şimşekleri |
çakmaya başlayacak ve daha ahirete gitmeden ahirete ait mânâlar o |
hanede terennüm edilecek ve bunların neticesinde de daha dünyada iken |
cennet hayatı yaşanır hale gelecektir. Şehir ve memleket de insanın büyük |
bir hanesidir. İçindeki gençleri nefislerine tabi birer köle, ihtiyarlan bedbin |
ve karamsar, ve zalimler de mazlumun iniltisini ney gibi dinlediği |
bir dünyada huzur olamaz. Böyle bir dünyada şehirler, memleketler, milletler |
huzursuzdur. Çünkü huzuru getirecek rükünler yerine getirilmemiştir. Nasıl ki, bir namazın |
namaz olabilmesi için belli rükünler vardır ve bu rükünlerin huşu |
içerisinde yerine getirilmesiyle namaz kemâlini bulur ve insan namazıyla mi'racın |
tatlı tebessümünü dudağında hisseder. Bazan öyle bir an yaşar ki |
binler sene yaşamağa bedeldir. Aynen bunun gibi memleket ve milletlerin |
bütünüyle huzurlu olabilmesi için onu meydana getiren cüzlerin, huzurun rükünlerine |
tam mânâsı ile uygun olması gerekmektedir. İdeal bir şehir ve |
site, ancak ideaj bir sistem ile kurulabilir. Varsın Eflatun "Cumhuriyetinde |
bunun hülyasını yaşasın!.. Hayalperest Farabi "el-Medinet'ül fâzıla" sında bunu çerçevelemeye |
çalışsın. Bunlar hiçbir zaman bu ideal siteyi tahakkuk ettîremeyeceklerdir. Çünkü |
onu meydana getiren rükünlerden mahrumdurlar. Evet, hayatta bu huzuru temin |
edecek en büyük rükün, haşir akidesine inanmak, dünyayı istihkar edip |
ahireti intizar edecek şuur ve iz'ân-ı verebilmektir. |
Âhirete İmanın Faydaları
Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nazik vücutlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve herşeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mîzac-ı ruhlarında, o Cennetî ile bir ümit bulup mesrurâne yaşayabilirler.
(Şuâlar)
Nev-i insanın nısfı olan ihtiyarlar, yalnız hayat-ı uhreviye ile yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler. Ve çok alâkadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler. Ve çocuk hükmüne geçen seriü't-teessür ruhlarında ve mizaçlarında mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli meyusiyete karşı, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle mukabele edebilirler.
(Şuâlar)
İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin en kuvvetli medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevâlarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden, yalnız Cehennem fikridir.
(Şuâlar)
Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce bir tahassungâh ise, aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akidesiyle olabilir.
(Şuâlar)
Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar haylâzlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.
Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar.
Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'ân dersiyle temkin verir.
Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak. Aklı başlarına getirir.
Zâlime der: "Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir.
İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir.
Bunlara kıyasen, cüz'î ve küllî herbir taifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır. Nev-i beşerin hayat-ı içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkıyyûnların kulakları çınlasın!
(Şuâlar)
Eğer bu hakikat-ı haşriyenin neticeleri insaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir leş hükmüne sukut edeceğini isbat eder.
Beşerin idare ve ahlâk ve içtimaiyatı ile çok alâkadar olan içtimaiyyun ve siyasiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın! Gelsinler, bu boşluğu neyle doldurabilirler? Ve bu derin yaraları neyle tedavi edebilirler?
(Şuâlar)
AHİRETE İMAN ETMENİN İNSANA KAZANDIRDIKLARI
1. ÇOCUKLAR
Ölüm, çocukların körpe dimağında çok büyük yaralar açar. Ahirete iman olmazsa, çok sevdiği, birlikte oynadığı arkadaşının ölümü çocuğu çok sarsar. Sevdiği arkadaşını toprağın altında böceklerin yediğini, bir daha onu hiç görmeyeceğini düşünür, dehşete kapılır. Annesinin, babasının veya kardeşinin ölümüyle daha da sarsılır. Fakat ahirete iman imdada yetişse, kendisine verilen telkinlerle üzüntü yerine sevinç hisseder. Ahirete iman sayesinde kendisine söylenilen sözlerin tesiriyle şöyle der: “Kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi yaşar. Orada istediği her yeri uçarak dolaşır, istediği her şeyi yer, içer. Annem öldü, fakat Allah’ın rahmetine gitti. Beni cennette yine kucağına alıp sevecek. Ben de orada sevgili anneceğimi göreceğim.”
Ölüm, çocukların körpe dimağında çok büyük yaralar açar. Ahirete iman olmazsa, çok sevdiği, birlikte oynadığı arkadaşının ölümü çocuğu çok sarsar. Sevdiği arkadaşını toprağın altında böceklerin yediğini, bir daha onu hiç görmeyeceğini düşünür, dehşete kapılır. Annesinin, babasının veya kardeşinin ölümüyle daha da sarsılır. Fakat ahirete iman imdada yetişse, kendisine verilen telkinlerle üzüntü yerine sevinç hisseder. Ahirete iman sayesinde kendisine söylenilen sözlerin tesiriyle şöyle der: “Kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi yaşar. Orada istediği her yeri uçarak dolaşır, istediği her şeyi yer, içer. Annem öldü, fakat Allah’ın rahmetine gitti. Beni cennette yine kucağına alıp sevecek. Ben de orada sevgili anneceğimi göreceğim.”
2. YAŞLILAR
İnsan gençken ölümün genç ihtiyar ayırt etmediğini fazla düşünemeyebilir, kendinden uzak görebilir. Fakat ihtiyarladıkça ölümün habercisi olan beyaz kıllar ve hastalıklar ona her an ölümü hatırlatır. Eğer ahirete iman olmasa, yaşlı birinin durumu, idamlık bir mahkuma benzer. Celladın, “Haydi gel idam edileceksin” emrini beklercesine titrer. Bu ise onun hayatını acılaştırır, zindana çevirir. Fakat ahirete iman imdada yetişse, o idam mahkumlarını andıran ihtiyarların hayatları şu müjde ile birden değişiverir: “Merak etmeyiniz. Sizin ebedi bir gençliğiniz var. Parlak ve ebedi bir hayat sizi bekliyor. Kaybettiğiniz çocuklarınızla, akrabalarınızla sevinç ve saadetler içerisinde görüşeceksiniz. Yaptığınız bütün iyilikler muhafaza edildiğinden, onların mükafatını göreceksiniz.” Bu onlar için öyle bir müjdedir ki, başlarına yüz ihtiyarlık dahi gelse, onları üzüntüye düşürmez.
İnsan gençken ölümün genç ihtiyar ayırt etmediğini fazla düşünemeyebilir, kendinden uzak görebilir. Fakat ihtiyarladıkça ölümün habercisi olan beyaz kıllar ve hastalıklar ona her an ölümü hatırlatır. Eğer ahirete iman olmasa, yaşlı birinin durumu, idamlık bir mahkuma benzer. Celladın, “Haydi gel idam edileceksin” emrini beklercesine titrer. Bu ise onun hayatını acılaştırır, zindana çevirir. Fakat ahirete iman imdada yetişse, o idam mahkumlarını andıran ihtiyarların hayatları şu müjde ile birden değişiverir: “Merak etmeyiniz. Sizin ebedi bir gençliğiniz var. Parlak ve ebedi bir hayat sizi bekliyor. Kaybettiğiniz çocuklarınızla, akrabalarınızla sevinç ve saadetler içerisinde görüşeceksiniz. Yaptığınız bütün iyilikler muhafaza edildiğinden, onların mükafatını göreceksiniz.” Bu onlar için öyle bir müjdedir ki, başlarına yüz ihtiyarlık dahi gelse, onları üzüntüye düşürmez.
3. ÖZÜRLÜLER
Ahirete imanın bir diğer faysadına da gözü görmeyen, ayağı, kolu sakat olan, kulağı duymayan, konuşamayan sakat insanlarda rastlarız. Ahirete iman olmasa, mesela bir kimse güzellikleri görememenin; sağır, güzel sesleri duyamamanın; dilsiz, sevdikleri ile konuşamamanın ızdırabını duyar. Fakat ahirete iman imdada yetişse, sakat olanlar, Allah’ın kendilerini o uzuvlarla işlenilen günahlardan koruduğunu düşünür, verilmeyen bir nimetten dolayı yakınmayı bir tarafa bırakır, verdiği sayısız nimetlere şükretmek gerektiğini anlarlar. Ahirette cennet nimetlerinden dünyada iken sağlam olanlardan daha fazla istifade edeceklerini düşünürler, teselli bulurlar.
Ahirete imanın bir diğer faysadına da gözü görmeyen, ayağı, kolu sakat olan, kulağı duymayan, konuşamayan sakat insanlarda rastlarız. Ahirete iman olmasa, mesela bir kimse güzellikleri görememenin; sağır, güzel sesleri duyamamanın; dilsiz, sevdikleri ile konuşamamanın ızdırabını duyar. Fakat ahirete iman imdada yetişse, sakat olanlar, Allah’ın kendilerini o uzuvlarla işlenilen günahlardan koruduğunu düşünür, verilmeyen bir nimetten dolayı yakınmayı bir tarafa bırakır, verdiği sayısız nimetlere şükretmek gerektiğini anlarlar. Ahirette cennet nimetlerinden dünyada iken sağlam olanlardan daha fazla istifade edeceklerini düşünürler, teselli bulurlar.
4. GENÇLER
Hevesleri taşkın, akıllarını her zaman başlarına alamayan, akıldan çok hissiyatla hareket eden gençler, ahirete inanmaz, cehennem azabını hatırlamazlarsa, zayıfların malı, namusu, ihtiyarların rahatı ve haysiyeti çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalır. Pek çok misalini gördüğümüz gibi Allah’a ve ahirete inanmayan gençlerin pek çoğu canavar kesilmekte, bir anlık lezzet içim mesut bir ailenin saadetini mahvetmektedir. Neticesinde ise hapis azabı çekmektedir. Fakat ahirete iman kalblerine girse, o gençlerin akılları çabuk başlarına gelir. Yapmak istediği haksızlıktan vazgeçer.
Hevesleri taşkın, akıllarını her zaman başlarına alamayan, akıldan çok hissiyatla hareket eden gençler, ahirete inanmaz, cehennem azabını hatırlamazlarsa, zayıfların malı, namusu, ihtiyarların rahatı ve haysiyeti çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalır. Pek çok misalini gördüğümüz gibi Allah’a ve ahirete inanmayan gençlerin pek çoğu canavar kesilmekte, bir anlık lezzet içim mesut bir ailenin saadetini mahvetmektedir. Neticesinde ise hapis azabı çekmektedir. Fakat ahirete iman kalblerine girse, o gençlerin akılları çabuk başlarına gelir. Yapmak istediği haksızlıktan vazgeçer.
5. HASTALAR, MAZLUMLAR
Ahirete imanın bir diğer faydası da insanlığın pek mühim bir kısmını teşkil eden hastalarda, zulme uğrayanlarda, musibete maruz kalanlarda, ağır ceza alan mahkumlarda kendisini gösterir. Eğer ahirete imanı olmasa, hastalığa yakalanan biri, her vakit hastalığın uyarmasıyla gözü önüne gelen ölümle hayatı zindan olur. Zulme uğrayan biri, zalimden intikamını alamadığı ve namusunu mağrur zalimin elinden kurtaramadığı için huzursuz olur, dünyası bir nevi zindana dönüşür. Büyük bir musibete uğrayan kimse, kendisine göre boşu boşuna malını ve sevdiklerini kaybetmiş olmaktan gelen sıkıntının altından kalkamaz. Zulmen veya bir iki saat nefsine mağlup olduğu için beş on sene hapis azabını çekmeye mahkum edilenle, hiçbir teselli bulamazlar. Fakat ahirete iman olsa bütün bu sayılanlar geniş bir nefes alırlar. Sıkıntıları, intikam hiddetleri imanlarının kuvvetine göre kısmen, hatta bazen tamamen kaybolur. Yerini huzur ve neşeye terk eder. Mesela hasta biri ölümden korkmadığı, ölümü ebedi bir hayatın başlangıcı olarak gördüğü için güven duyar. Hastalık acısının günahları affettireceğini düşünmesi de sıkıntılarını hafifletir. Zulme uğrayan kimse, intikamını almaya gücünün yetmediği zalimi ahirete, Allah’ın adaletine havale eder, rahatlar.
Ahirete imanın bir diğer faydası da insanlığın pek mühim bir kısmını teşkil eden hastalarda, zulme uğrayanlarda, musibete maruz kalanlarda, ağır ceza alan mahkumlarda kendisini gösterir. Eğer ahirete imanı olmasa, hastalığa yakalanan biri, her vakit hastalığın uyarmasıyla gözü önüne gelen ölümle hayatı zindan olur. Zulme uğrayan biri, zalimden intikamını alamadığı ve namusunu mağrur zalimin elinden kurtaramadığı için huzursuz olur, dünyası bir nevi zindana dönüşür. Büyük bir musibete uğrayan kimse, kendisine göre boşu boşuna malını ve sevdiklerini kaybetmiş olmaktan gelen sıkıntının altından kalkamaz. Zulmen veya bir iki saat nefsine mağlup olduğu için beş on sene hapis azabını çekmeye mahkum edilenle, hiçbir teselli bulamazlar. Fakat ahirete iman olsa bütün bu sayılanlar geniş bir nefes alırlar. Sıkıntıları, intikam hiddetleri imanlarının kuvvetine göre kısmen, hatta bazen tamamen kaybolur. Yerini huzur ve neşeye terk eder. Mesela hasta biri ölümden korkmadığı, ölümü ebedi bir hayatın başlangıcı olarak gördüğü için güven duyar. Hastalık acısının günahları affettireceğini düşünmesi de sıkıntılarını hafifletir. Zulme uğrayan kimse, intikamını almaya gücünün yetmediği zalimi ahirete, Allah’ın adaletine havale eder, rahatlar.
Ahirete iman herşeyden önce insana bir hedef ve yön verir.
Yaratılışındaki gaye, hikmet ve hedefi öğretir. Bu inanca sahip olan kişilerin oluşturduğu toplum doğruluktan ayrılmaz. Kazancını doğru yerlerde arar. Hileye, aldatma ve rüşvete yaklaşmaz. Kendi hakkını bildiği gibi başkalarının hakkını da gözeterek kimseye haksızlık yapmaz.
Bu inanca sahip kişi, dini ve dünyevi görevlerini eksiksiz yerine getirir.
Çünkü mükafat ve ceza gününün varlığına inanarak herkesin bu dünyada yaptıklarının hesabını Allah’ın huzurunda vereceğini bilir. Bu inanç, insanların kalbinde barış duygularının gelişmesine yol açar. Barış duygusu ile adalet gerçekleştirilir. Adalet duygusuna sahip olan insan da kendisini mutlak adaletin gerçekleşeceği kıyamet gününe tam anlamıyla hazır duruma getirir.
Bu inanç kişilerin ümitlerini yeniler. Acılarını hafifletir.
Hayat boyu karşılaştığı zorluklara katlanmasını sağlar. Ahirete iman, insanı hayır işlemeye, kötülüklerden kaçınmaya ve üstünlükleri benimsemeye yöneltir. Ahirete inanan kişi, son nefesini verme anında geçmişini düşünür, yaptığı hayırlı işlerden dolayı huzur duyar. Çünkü ölüm onun için bir yok oluş değil, sonsuz bir yaşamın başlangıcıdır. Ahiret inancı dünya yaşamına aşırı bağlılığı önler. Başkalarına karşı iyilik etme fikrini geliştirir.
Ahirete iman insanda tam bir sorumluluk duygusu getirir.
Hukuki ve Ahlaki yönden çok önemli bir yaptırım olur. Her insanın başına bir polis veya asker dikemeyeceğimize göre ahirette hesap verme duygusu insanların kendi kendilerini kontrol etmelerini sağlar. Toplumda şiddet ve terör olayları azalır. İşlemiş olduğu her hareketin, söylemiş olduğu her sözün kaydedildiğine ve mutlaka ahirette onun hesabını vereceğine inanan kimse, daha dikkatli hareket etmek, konuştuğu sözlerin kötü ve gönül kırıcı olmamasına özen gösterir.
Unutmamamız gereken bir husus, cennet ve cehennemin bu dünyada kazanılacağıdır.
Bu yüzden dünya ahiretin tarlasıdır. Dünya tarlasına ne ekilirse ahirette de o biçilir. Onun için her insan ölüm gelmeden önce aklını kullanıp dünyanın değerini bilmelidir. İnsan dünyaya bir kez gelir ve ölünceye kadar ne yapabilmiş ise onu azık olarak ahirete götürür. İyilik yapmış olan, gittiği yerde o iyiliğin sevap ve ödülünü bulur. Kötülük yapanlar da onun cezasını görürler. Bu yüzden ahirette yiyeceğimiz azığı şimdiden iyi hazırlamaya çalışmalı ve ahirete yarayacak hayırlı işler yapmalıyız.
Ahireti kazanmak için dünyayı hor görmemiz ve kötülememiz gerekmez.
Elbette ki dünya hayatı ahiretin yanında daha kısadır. Göz açıp kapanıncaya kadar geçer. İnsanlara verdiği mutluluk sınırlıdır. Fakat kazanmak istediğimiz ahiretin yolu bu dünyadan geçer. Bu yüzden her insanın bu dünyayı elde etmeye çalışması gerekecektir. Gerçek müslüman hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışır. Ahireti kazanacağım diye dünyayı ve nimetlerini terketmemeli, dünyayı kazanacağım diye ahiret için hazırlık yapmayı ihmal etmemelidir. Ne dünya için ahireti, ne de ahiret için dünyayı terketmelidir. Her ikisine de eşit ağırlık vererek hem bu dünyayı hem de ahireti kazanmaya çalışmalıdır. Böylece dünya-ahiret dengesini kurmalıdır.
Ahirete inanan insanlar huzurlu ve mutludurlar.
Çünkü ahirette vereceği hesabın korkusuyla, dünyada kimseye zulüm ve kötülük yapmazlar. İnsanları sever ve yardım ederler. Aç gözlü olmazlar, kötülük düşünmezler. Allah’ın hoşnutluğu ve rızasını kazanmak ve cennetle ödüllendirilmek için sürekli iyilik yaparlar. Ahirete inanan kişi kendisine verilen görevi eksiksiz ve zamanında yapmaya çalışır. Çünkü yapmadığı takdirde bunun hesabını ahirette vereceğini bilir. Kendisine bir şey emanet edildiğinde ona ihanet etmez. Güven duyulan bir insan olur. Başkalarının malına, canına, namusuna , hakkına ve hürriyetine zarar vermez. Böyle kimselerin oluşturduğu toplumda karşılıklı sevgi, saygı, ve güven olduğu gibi huzur ve mutluluk da olur. Ahiret inancı, kişilerin birbiriyle yardımlaşmalarını, birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde olmalarına katkıda bulunur. İnsan daima iyiyi, ve doğruyu araştırır. Hazıra konmayı, kısa yollardan haksız kazançlar elde etmeyi düşünmez. Dinin emir ve yasaklarından, güzel ahlakın kurallarından ayrılmaz. Kimseye kötülük etmez, zarar vermez. Zamanını ve kendisine verilen nimetleri boşa harcamaz. Aklını, bilgisini ve gücünu israf ederek kötüye kullanmaz. Düzenli ve huzurlu olur. İnsanlara saygılı ve merhametli olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder